Coetzee, Cuma’nın Deneyim(sizliğ)i

“Ah Cuma, bizim gibi sözcükler dünyasında yaşayanların sorularının yanıtlanması için duydukları isteğin şiddetini nasıl anlayabilirsin sen? Birini öptüğümüz zaman, öptüğümüz kişinin dudaklarının bize yanıt vermesini arzuladığımız gibi bir arzu duyarız. Böyle olmasaydı, kralların, kraliçelerin, tanrıçaların heykellerini öpmekle de tatmin olabilirdik. Sence neden heykelleri öpmüyoruz veya yatağımıza heykelleri almıyoruz. Erkekler kadın heykelleri, kadınlar erkek heykelleri ile tatmin olmuyorlar? Tutkunun biçimleri verilmiş heykeller neden yetmiyor bize? Sence bunun nedeni mermerin soğuk olması mı yalnızca? Yatağında bir heykelle uzun süre yatarsan, senin sıcaklığın ikinizi birden kavrar ve bir süre sonra mermer de ısınır. Hayır soğuk olduğu için değil, ama ölü olduğu için, hiç yaşamadığı için ve hiç yaşayamayacağı için.

“İçin rahat olsun Cuma, yatağının başucuna oturarak sana tutkudan ve öpüşlerden bahsettiğim için sana kur yapıyorum sanma. Bu her sözcüğün bir ikinci anlam taşıdığı bir oyun değil. “Heykeller soğuktur,” derken, Vücutlar sıcaktır”; ya da “Bir yanıt için yanıp tutuşuyorum” derken, “Bir kucaklayış için yanıp tutuşuyorum” demek istemiyorum. Veya şimdi yaptığım gibi bir inkâr ediş, İngiltere’de iffetli görünmenın icaplarına uygun (Senin ülkende hangi adetlere uyulduğunu bilmiyorum) davranmamın bir sonucu değil. Emin ol, eğer sana kur yapsaydım bunu dolaysız bir biçimde yapardım. Ama sana kur yapmıyorum. Bildiğim kadarıyla hayatında bir tek kelime bile söylememiş ve hiçbir zaman da söyleyemeyecek olan sana, gün be gün hiç bir yanıt almadan boşluğa konuşmanın ne demek olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Ve bir benzerlik kuruyorum: Söylediğin söze bir yanıt bekleme tutkusunun, kucakladığın birisinin, senin kucaklayışına bir tepki vermesi isteğine benzediğini söylüyorum. Söylemek istediğim anlaşılıyor mu? Sen bir bakire gibisin Cuma. Belki cinselliğini bile tanımıyorsun. Ama kuşkusuz sen bile, tam açık olmasa bile seni bir maymun ya da bir balığa değil de kendi cinsinden bir kadına doğru çeken bir şeyler olduğunu hissediyorsundur. Ama kadınla ne yapmak istediğin, kadın seni yönlendirip yardımcı olmadıkça, senin için bir bilmece olarak kalacaktır. İşte benim elde etmek istediğim de bu. Bunu, bir öpücükle karşılık vermeye benzetmem de bu anlama geliyor.

“Bütün hayatı boyunca bir kere bile öpülmemiş olmak ne korkunç bir talihsizlik! Ancak İngiltere’de kalacak olursan senin de kaderin olacak bu. Kendi ırkından bir kadınla nasıl karşılaşabilirsin ki? Biz köleler bakımından zengin bir ulus değiliz. İlgi ile büyüyen ama doğumundan itibaren kilit altında tutulan bir bekçi köpeğini düşünüyorum. Sonunda bir gün kapıyı açık bulan bu köpek kaçtığında, dünya ona o kadar büyük, o kadar yabancı, ürkütücü görüntü ve kokularla o kadar dolu gelir ki, karşısına çıkan ilk yaratığa hırlar ve boğazına atılır. Bu olaydan sonra da vahşi damgasını yiyerek hayatının sonuna kadar bir kazığa zincirlenir. Senin kötü olduğunu söylemiyorum Cuma. Zincire vurulacağını da söylemiyorum, öykümün ana fikri bu değil. Yalnız bir köpek ya da başka bir yaratığın kendi cinsinden ayrı tutularak yaşamaya zorlanmasını nasıl gayri tabii bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Ayrıca, bizi kendi cinsimize doğru iten sevgi dürtüsünün, boyunduruk altında kaldığımızda nasıl yitirildiğini ya da ifade yollarının tıkandığını da göstermek istiyorum. Ne yazık ki, öykülerim her zaman amaçladığımdan daha fazla anlam taşıyor. Bu yüzden yeni baştan öyküye dönüp yanlış anlaşılmaları düzeltmek ve söylemek istediğimi yeniden biçimlemek ve yanlış anlamalar için özür dilemek zorunda kalıyorum. Bazı insanlar doğuştan öykü anlatıcılarıdır. Görünüşe göre ben bunlardan biri değilim.

John Maxwell Coetzee, Düşman [Foe], Adam Yayınları, çev. Nihâl Geyran Koldaş, 1990 [1986], s. 64-5.