Kaczynski, Güç Dürtüsü ve Yatırımı

(Anarşist düşünceye dair hiç bilgim olmadığından olsa gerek, [Unabomber] Kaczynski ile yakınlarda bir sinema filminde tanıştım. Aslında “Unabomber Manifestosu”nu pek çok yazıda görmüştüm, Zizek’in kategorisiyle “bilmediğimi bilmediğim” olaylardan birisiymiş. John Zerzan’ın “Makinelerin Alacakaranlığı” kitabında Unabomber’e ayrılan bir kısım vardı, orayı okuyunca, araştırıp kim olduğunu öğrendim. Birkaç gün sonra izlediğim Mia Hansen-Løve filmi L’avenir’de ikinci kez karşılaştım. Filmde, Levinas ile hemhâl bir felsefe hocasının, boşanma sürecinde bulduğu ölü zamanlarda felsefeci ve anarşist genç öğrencisiyle kurduğu ilişkiden söz ediliyordu. Fransız entelektüelinin kristal imajını kuran hoca, öğrencisinin yoldaşlarıyla hayatını sürdüğü kırsaldaki küçük bir komün evine ziyaretler yapıyor, bir keresinde de kitaplığa göz gezdiriyordu. Kitaplığa bakmak, benim için her daim büyülü bir deneyim olmuştur, o yüzden bu sahne de beni irkiltmişti. Hocanın ilgi gösterdiği kitapları tek tek seçmeye çalıştım, onlara karşı aldığı pozisyonu -şaşkınlık, tahmin edilebilirlik, takdir, iğrenme, küçümseme vd.- deşifre etmek istedim. Burada iki yazar ilgimi çekti. Birisi Kaczynski idi. Komünist, anarşist veya başka radikal düşünceleri eleştirmeyeceğini, geçmişte bunlara bağlanmış ve mücadele etmiş olduğunu da bildiğimiz bu hoca, gençlerin böylesi bir “deli”yi neden okuduğunu anlayamamıştı. Bir diğer anlayamadığı da, muhafazakar düşünür Raymond Aron’du. Ben de Aron’u entelektüeller üzerine araştırma yaparken tanımıştım. Okuduğum metinlerin 90%’ı solcular tarafından yazıldığı için biraz şaşırmıştım bu adam neler diyor, ama iyi de analiz ediyor diye. Sonra -yine araştırınca Fransa’da sol entelijansiyanın da saygı duyup okuduğu muhafazakar yazarlardan olduğunu öğrendim. Aron, Tanpınar’mış. Bu duruma dair öğrenci de “hepsinden öğrenecek bir şey var” gibi bir cevap veriyordu. Neyse, bu da böyle bir anım bile değildir.)

“77. Endüstriyel-teknolojik toplumdaki herkes psikolojik sorun­lardan muzdarip değildir. Hatta bazı insanlar, toplumun mevcut yapısından gayet memnun olduklarını iddia ederler. Şimdi de, insanların, modern topluma olan tepkileri konusunda neden bu kadar farklı olduğunu tartışacağız.

78. Öncelikle, güç dürtüsünün şiddetinde tartışmasız farklılıklar var. Zayıf bir güç dürtüsü olan bireyler, güç sürecinden geçmeye veya güç sürecindeki özerkliğe görece daha az ihtiyaç duyabilirler. Bunlar, eski Güney’de, plantasyon zencileri olmaktan mutluluk duyabilecek uysal tiplerdir. (Eski Güney’deki “çiftliklerin kara deri­lerini”ni küçümsemiyoruz. Kölelerin çoğu, köleliklerinden mem­nun değildi. Köleliklerinden memnun olanları ise gerçekten küçümsüyoruz.)

79. Bazı insanların, bazı istisnai dürtüleri olabilir ve bunları tat­min etmeye çalışarak güç sürecine olan ihtiyaçlarını tatmin ede­bilirler. Örneğin, toplumsal statü için olağandışı güçlü bir dürtüsü olanlar, bu oyundan hiç sıkılmaksızın, tüm yaşamlarını statü ba­samaklarını tırmanarak geçirebilirler.

80. İnsanlar, reklam ve pazarlama tekniklerine karşı değişik has­sasiyetlere sahiptirler. Bazıları öyle hassastır ki, çok fazla para kazansalar bile pazarlama endüstrisinin onların gözünün önünde salladığı parlak, yeni oyuncaklara duydukları şiddetli arzularını tatmin edemezler. Bu yüzden, gelirleri büyük olsa da kendilerini para açısından hep darda ve arzuları engellenmiş hissederler.

81. Bazı insanlar reklam ve pazarlama tekniklerine karşı çok az hassastırlar. Bunlar parayla ilgilenmeyen insanlardır. Maddi ka­zanımlar onların güç sürecine olan ihtiyaçlarına hizmet etmez.

82. Reklam ve pazarlama tekniklerine karşı ortalama bir has­sasiyeti olanlar mal ve hizmetlere olan arzularını tatmin etmeye yetecek bir para kazanabilirler ama ancak -fazla mesai yapma, ikinci bir işte çalışma, terfi kazanma ve benzeri- ciddi bir çaba pahasına. Böylece maddi kazanımlar, onların güç sürecine olan ihtiyaçlarına hizmet eder. Ancak bu, ihtiyaçlarının bütünüyle tat­min edildiği anlamına gelmez. Güç sürecinde yeterli olmayan bir özerkliğe sahip olabilir (yani, işi emirlere uymaktan ibaret olabilir) ve bazı dürtüleri (örneğin, güvenlik, saldırganlık) engellenebilir. (80 ila 82. paragraflarda aşırı basitleştirme yapmakla hata ettik, çünkü maddi kazanım isteğinin yalnızca reklamcılık ve pazarlama endüstrisinin bir eseri olduğunu varsaydık. Elbette ki bu kadar basit değil.) (11) [bkz. syf. 32]

83. Bazı kişiler, güç ihtiyaçlarını kısmen, kendilerini güçlü bir örgütlenmeyle veya kitle hareketiyle özdeşleştirerek tatmin eder­ler. Amaç ve güç yoksunu bir birey, bir harekete veya örgütlen­meye katılır, onun amaçlarını kendi amaçları olarak benimser ve bu amaçlar için çalışır. Bu amaçların bazılarına ulaşıldığında, kendi kişisel çabaları bu amaçlara ulaşılmasında önemsiz bir rol oynasa da -hareket veya örgütlenmeyle olan özdeşleşmesi saye­sinde- kendini güç sürecinden geçmiş gibi hisseder. Bu olgu faşistler, naziler ve komünistler tarafından sömürülmüştür. Bizim toplumumuz da, daha kaba şekilde olmakla birlikte, bunu kullanır. Örnek verelim: Manuel Noriega ABD’yi tahrik ediyordu (amaç: Noriega’yı cezalandırmak). ABD Panama’yı işgal etti (çaba) ve Noriega’yı cezalandırdı (amaca ulaşma). Böylece ABD güç sürecinden geçti; ve birçok Amerikalı da, ABD’yle olan özdeşleşmele­rinden ötürü vekaleten bu süreçten geçmiş oldu. Panama işgalinin toplum tarafından gördüğü yaygın onay bundandır; bu, insanlara bir güç duygusu verdi.(15) Aynı olguyu ordularda, şirketler de, poli­tik partilerde, insani kuruluşlarda, dini veya ideolojik hareketlerde de görüyoruz. Özellikle solcu hareketler, güç ihtiyaçlarını tatmin etme arayışında olan kişileri çekmeye çalışır. Ancak çoğu kişi için büyük bir örgütlenme veya kitle hareketiyle özdeşleşme, güç ihti­yacını tümüyle tatmin etmez.

84. İnsanların güç sürecine olan ihtiyaçlarını tatmin etmelerinin bir diğer yolu da ikame etkinliklerdir. 38 ila 40. paragraflarda da anlattığımız gibi, yapay bir amaca yönlendirilmiş bir ikame etkin­lik, bireyin, amacın kendisine ulaşma ihtiyacından değil de, ama­cın peşinde koşarken elde edeceği tatmin uğruna yaptığı etkinlik­tir. Örneğin, devasa kaslar geliştirmenin, küçük bir topu bir deliğe sokmanın ya da eksiksiz bir pul serisi edinmenin hiçbir pratik gerekçesi yoktur. Yine de toplumumuzdaki pek çok insan kendini tutkuyla vücut geliştirmeye, golf oynamaya veya pul koleksiyon­culuğuna adar. Bazı insanlar diğerlerinden daha “dışa dönük”tür, bu yüzden de ikame bir etkinliğe, çevrelerindeki insanlar önem verdiği için ya da toplum onlara önemli olduğunu söylediği için daha bir can-ı gönülden önem atfederler. Bu yüzden bazı insanlar spor, briç, satranç veya garip bilimsel işler gibi önemsiz etkinlikleri çok ciddiye alırken, daha keskin görüşlü diğerleriyse bunları, gerçekten oldukları gibi birer ikame etkinlik olarak görür ve güç sürecine olan ihtiyaçlarını bu şekilde tatmin etme konusunda bun­lara önem atfetmezler. Geriye bir tek, pek çok koşulda, insanın yaşamak için para kazanmasının da bir ikame etkinlik olduğunu söylemek kalıyor. Para kazanmak bütünüyle bir ikame etkinlik değildir, çünkü bu etkinliğin bir kısmı fiziksel ihtiyaçları karşılamak amacıyla, -kimileri için de- toplumsal statü kazanmak ve reklam­ların onlar için ihtiyaç haline getirdiği lüks şeyleri elde etmek amacıyla yapılır. Ancak birçok insan, ihtiyaç duyduğu para ve statü için gereğinden fazla çaba harcar ve bu fazladan çaba da bir ikame etkinlik oluşturur. Bu fazladan çaba, kendisine eşlik eden duygusal ablukayla birlikte sistemin sürekli gelişimine ve mükem­melleşmesine hizmet eden potansiyel güçlerden biridir ve bireysel özgürlük açısından olumsuz sonuçları vardır (131. paragrafa bakı­nız). Özellikle, yaratıcı bilim insanlarının ve mühendislerin çoğu için iş, büyük oranda bir ikame etkinlik gibidir. Bu konu öyle önemli ki, hemen yer vereceğimiz ayn bir tartışmayı hak ediyor (87. ila 92. paragraflar).

85. Bu bölümde, modern toplumda ne kadar insanın güç sürecine olan ihtiyacını az ya da çok tatmin ettiğini anlattık. Ancak biz, insanların çoğu için güç sürecine olan ihtiyacın bütünüyle tatmin edilmediğini düşünüyoruz. Öncelikle, statü açısından doymak bilmez bir dürtüye sahip olanlar veya ikame bir etkinliğe sıkı bir şekilde “müptela” olanlar ya da güç ihtiyaçları açısından kendi­lerini bir hareket veya örgütlenmeyle yeterince özdeşleştirenler birer istisnadırlar. Diğerleri, ikame etkinliklerle ya da bir örgütlen­meyle özdeşleşme yoluyla tam olarak tatmin olamazlar (41. ve 64. paragraflara bakınız). İkinci olarak, sistem tarafından, açık kural­lar ya da toplumsallaşma yoluyla çok fazla kontrol uygulanıyor; bu da belirli amaçlara ulaşamamaya ve çok fazla güdüyü en­gelleme zorunluluğuna bağlı olarak bir özerklik eksikliği ve hayal kırıklığına yol açıyor.

86. Ancak insanların çoğu, endüstriyel-teknolojik toplumdan çok memnun olsaydı bile, biz (FC) yine de bu tür bir topluma karşı çıkardık, çünkü böyle bir toplumu -diğer nedenlerle birlikte- insanların gerçek amaçlar için uğraşmak yerine, güç süreci ihtiyaç­larını ikame etkinlikler veya bir organizasyon ile özdeşleşme yoluyla tatmin etmek zorunda kaldıkları bir toplum olarak görüyoruz.”

Theodore John Kaczynski, Sanayi Toplumu ve Geleceği (Unabomber – Manifesto), Kaos Yayınları, çev. Kolektif Çalışma, 2013 [1995], 2. basım, s. 38-41.

Zerzan, Sol Eleştirisi

“Sol, birey ve doğa açısından çok büyük ölçüde iflas etti. Sol ile yeni anarşi hareketi arasındaki mesafe, bu arada giderek genişliyor. Örneğin Pierre Bourdieu ve Richard Rorty saçma sapan şekilde, entelektüeller ile sendikalar arasında yeni bir ilişkinin özlemini çekiyorlar, sanki bu gerçekleşmesi olanaksız fikir her nasılsa temel düzeyde değişiklik yaratacakmış gibi. Jurgen Habermas’ın kaleme aldığı Between Facts and Norms (Olgular ile Normlar Arasında), mevcut ilişkilere yönelik bir özür dilemedir ve modern yaşamın gerçek sömürgeleştirilmesine kördür; önceki yapıtlarına nazaran çok daha eleştiriden yoksun ve olumlayıcıdır. Hardt ve Negri, ilgili tercihe daha doğrudan değiniyorlar: Üretken işbirliği ağlarından kurulmuş bir maddesellik açısından, diğer bir deyişle üretken bir şekilde inşa edilmiş bir insanlık perspektifinden konuşmuyor olsaydık, anarşist olacaktık… Kesinlikle anarşist değil, komünistiz.” Diğer taraftan, bu meseleyi daha fazla netleştirmek için Jesus Sepulveda “anarşi ve yerli halk hareketleri, uygar düzene ve onun standartlaştırıcı uygulamalarına karşı mücadele ediyorlar,” gözleminde bulundu.

Elbette tüm anarşistler, teknoloji ve uygarlık karşısında artan kuşkuyu paylaşmıyor. Örneğin, Noam Chomsky ve Murray Bookchin, ilerleme hareketinin geleneksel kucağında kalmakta inat ediyorlar. Anarko-sendikacılığın Marksist damarı, bu bağlılığın tipik örneğini teşkil ediyor ve solcu akrabalarıyla birlikte yavaş yavaş yok oluyor.

Üretim süreci ve yıkıcı rotasının etkisinden fazlasıyla haberdar olan Marx, teknolojik dinamiğin yine de kapitalizme içten içe zarar vereceğine inanıyordu (ya da inanmak istiyordu). Ne var ki “katı olan her şey buharlaşmıyor“*; daha çok, her zaman olduğu haliyle kalıyor. Bu durum kapitalizm için olduğu kadar uygarlık için de geçerlidir.

Ve uygarlık artık, toplumsal düzenin geri kalanından -sermayeye özgü dünya peyzajından- ayrılması mümkün olmayan, teknolojinin kendisine verdiği formu taşıyor ve teknoloji, uygarlığın en derin değerlerini biçimlendirip dışa vuruyor. Heidegger, “büsbütün teknolojik koşullarla baş başa kaldık” sonucuna vardı; Heidegger’in açık seçik ifadesi, teknolojinin “yansızlığı” mitini tek başına teşhir etmek için yeterlidir.

*[Marx’ın Komünist Manifesto‘da, “her şey kendi anti-tezine gebedir” anlamında kullandığı “katı olan her şey buharlaşıyor” ifadesine gönderme. -y.n.]

John Zerzan, Makinelerin Alacakaranlığı, çev. Rahmi G. Öğdül, Kaos Yayınları, 2003 [2008], s. 98-100.