Enriquez, Disiplinlerarası (psikanaliz içeren) Çalışma Üzerine

“Bireysel psişenin sürekli yinelenen sistematik incelenmesine, olsa olsa kolektif psişenin kıyılarından geçilerek ulaşılacağını sezinler gibiyiz. Freud’u sosyolojik bir eser vermeye yönelten şey, yalnızca sahip olduğu üstün zekâ ya da toplumsal fenomenlere duyduğu ilgi değildir. Tam aksine, dürüst olmayı ve dolayısıyla keşiflerinin tüm sonuçlarını derinleştirmeyi isteyen Freud’un hastalarıın semptomatolojisinde etkin olduğunu gördüğü toplumsalın inşası (medeniyet, mitler, dinler ve grup) sorununu görmezden gelemeyeceğini ileri sürebiliriz. Çağdaş epistemolojinin şu temel düşüncesi, yani hangisi olursa olsun herhangi bir alanın dikkatli ve önyargısız incelenmesinin bizi “daha önce orada olmuş” ve her zaman mevcut olan diğer alanlarla doğrudan iletişime soktuğu fikri doğrulanmış olmaktadır. Bu kesinliğin farkına varılmasını, yalnızca disiplin körlüğü ve çok iyi tanınmayan mecralarda serüvene atılma korkusu engelleyebilir. Tanınmayan ya da çok az tanınan bölgelerde serüvene atılmış olması Freud’un cesaretini ve yeteneğini gösterir. Benim yazmakta olduğum şu anda, bu cesaretin herkesin cesareti haline gelmesi gerekmektedir. Eğer sosyologlar gerçekten politikanın işleyişini çözümlemek istiyorlarsa, mitlerin, irrasyonel güçlerin ve grup içindeki karar alma süreçlerinin çözümlenmesini de yapmak zorunda olduklarını çok iyi bilirler; iktisatçılara gelince, onların da devlet, ekonominin kültürdeki yeri, üretim arzusu ve imgelemi gibi sorunlarla ilgilenmesi gerekir; psikososyologlarsa “grup” psişesine, kurumlara, insan eylemlerinin tarihsel oluşumuna ilişkin sorunlarla ilgilenmek zorundadır. Araştırmacılar kendi ayrıcalıklı alanlarını ne kadar kazarlarsa, kazdıkları ölçüde karşılarına başka alanlar çıkar. Bunun başka türlü olması da beklenemezdi, eğer başka türlü olsaydı, cezası kısırlık olurdu. Kapsayıcı olmayan bu sıralamanın tek amacı, diğerlerinin ardı sıra insanın bütünlüğünün ve fenomenlerin algılanışında yeni bir tarzın gerekliliğinin altını bir kez daha çizmektir. Bu yeni kavrayış bir tarzın gerekliliğinin altını bir kez daha çizmektir. Bu yeni kavrayış tarzının engellerle karşılaşacağı ise kesinliğin ta kendisidir. Bu kesinlik, Max Planck’ın “Yeni bir bilimsel hakikat, karşıtlarını ikna ederek, onların ışığı sezinlemelerini sağlayarak değil, ama karşıtları bir gün öleceğinden ve kendisini yakından tanıyan yeni bir kuşağın doğacak olmasından dolayı başarıya ulaşır,” dediğinde anımsattığı bu kesinliktir. Her ne olursa olsun, zaten çok sayıda “emekçi”yi bir araya getirmiş olan böylesi bir girişimin devam ettirilmesi gerekir. Burada, insanın en mahrem yanının bizi toplumsal olanın en temel boyutuna gönderdiğini, toplumun en temel sorunlarının bedenlerde ve psişede kayıtlı olduğunu göstermek isterim. Bu sorunların bütünü, bizi, her toplumsal birimin olduğu gibi her insanın da yok olma ya da yalnızca dışplazma, folklor ya da fosil halinde varlığını sürdürme pahasına yanıtlamak zorunda olduğu sorunlar olan ve olmaya devam eden aşk (büyüleme, baştan çıkarma, karşılıklılık), (yaratıcı ya da yabancılaşmış) çalışma, (olumsuzu işlemesinde ya da yıkıcı eserinde) ölüm, değişmeme ve değişme sorunlarıyla doğrudan doğruya ilişkiye soktuğu ölçüde bizim için ilksel fenomenler olan iktidara ve toplumsal bağa ilişkin fenomenlerde yoğunlaşır.”

Eugène Enriquez, Sürüden Devlete: Toplumsal Bağ Üzerine Psikanalitik Deneme, çev. Nilgün Tutal, Ayrıntı Yayınları, 2004 [1983], s. 28-9.