Benjamin, Hikaye Anlatıcısı/Dinleyicisi Üzerine

“Bir hikayeyi hafızaya mal etmekte hiçbir şey psikolojik çözümlemelerden kaçınan o veciz, bakir anlatım kadar etkili değildir. Hikaye anlatıcısının psikolojik nüanslardan vazgeçişi ne kadar doğal yollardan olursa, hikayenin dinleyicinin hafızasında yer etme şansı da o kadar artacak, hikaye tümüyle ona mal olacak, dinleyicinin onu er ya da geç başkalarına aktarma eğilimi o kadar büyük olacaktır. Alttan alta ilerleyen bu özümleme süreci, gittikçe daha da az görülen bir gevşemeyeci gerektirir. Uyku bedensel gevşemenin doruğuysa eğer, can sıkıntısı zihinsel gevşemenin doruğudur. Deneyim yumurtası üstünde kuluçkaya yatan bir hayal kuşudur can sıkıntısı. Yapraklardaki küçücük bir hışırtı onu kaçırmaya yeter. Yuva yaptığı yerler -can sıkıntısıyla yakından ilgili faaliyetler- şehirde zaten yokoldu [sic], kırda da tükenmek üzere. Onunla birlikte dinleme yeteneği de kayboluyor, dinleyiciler topluluğu dağılıp gidiyor. Çünkü anlatıcılık her zaman hikayeleri tekrarlama sanatı olmuştur; hikayeler akılda tutulamayınca bu sanat yokolur. Yokolur; çünkü hikayeler dinlenirken onları eğirip dokuyan birileri yoktur artık. Dinleyici hikayeyi dinlerken kendini ne kadar unutursa, dinledikleri hafızasında o kadar yer eder. Kendini anlatının ritmine kaptırdığında hikayeleri öyle can kulağıyla dinler ki, kendini hiç zorlamadan onları yeniden anlatırken buluverir. Hikaye anlatma yeteneğine beşiklik eden ağ işte böyle örülmüştür. Binlerce yıl önce zanaatkarlığın en eski biçimleriyle aynı yerde dokunduktan sonra, bugün her tarafı sökülüp gidiyor.”

Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, çev. Nurdan Gürbilek, 2014, Metis Yayınları, 7. basım, s. 84.

Baudelaire, Kalabalığa Karışmak Üzerine

“Çokluk denizinde yunmak herkese vergi değildir; bir sanattır kalabalığın tadını çıkarmak; beşiğinde bir periden kılık değiştirme ve maske zevkini, ev kinini ve yolculuk tutkusunu almış kişi, yalnız o kişi, insan türünün sırtından bir canlılık sarhoşluğuna dönüştürür bunu.

Kalabalık, yalnızlık: etkin ve verimli ozanın birbirileriyle kolayca değiştirebileceği eşit deyimler. Yalnızlığını kalabalıkla doldurmasını bilmeyen kişi telaşlı bir kalabalık içinde yalnız olmasını da bilmez.

Ozan şu benzersiz ayrıcalığın, gönlü istedi mi kendi kendisini, istemedi mi başkası olabilmenin tadını çıkarır. Diledi mi herkesin kişiliğine bürünür, kendilerine bir beden arayan, başıboş ruhlar gibi. Yalnız ona açıktır her şey; kimi yerlerin ona kapalı gibi görünmesiyse, onun için girmek çabasına değmediklerindendir.

Yalnız ve düşünceli gezgin bu evrensel kaynaşmada eşsiz bir sarhoşluğa erer. Kalabalıkla kolayca kaynaşan kişi ateşli hazlar tadar, kutu gibi kapalı bencil ile istiridyeler gibi evine çekilmiş tembel bu hazlardan yoksun kalacaktır. Yalnız ve düşünceli gezgin karşısına çıkan tüm uğraşları, tüm sevinçleri, tüm yoksunlukları kendininmiş gibi benimser.

Bu anlatılmaz şölenle karşılaştırılınca, ortaya çıkan beklenmedik olaya, geçen yabancıya kendini tümüyle, tüm şiiri, tüm yardımseverliğiyle veren ruhun bu kutsal orospuluğuyla karşılaştırılınca, insanların aşk dedikleri şey çok küçük, çok sınırlı, çok zayıf kalır.

Bu dünyanın mutlularına bazı bazı kendi mutluluklarından daha üstün, daha geniş, daha derin mutluluklar bulunduğunu anımsatmakta yarar vardır, yalnızca budala gururlarını sarsmak için bile olsa. Sömürge kurucuları, halk önderleri, dünyanın ta öbür ucuna göç etmiş misyoner papazlar bu gizemli sarhoşluğu biraz bilirler kuşkusuz; dehalarının sağladığı geniş ailenin kucağında, çok sallantılı yazgıları, çok arı yaşamlarından dolayı kendilerine acıyanlara da gülerler herhalde.”

Charles Baudelaire, Paris Sıkıntısı, çev. Tahsin Yücel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013 [1869], 6. basım, s.22-3.

Benjamin, Evden Kaç(-ama)mak Üzerine

“Tıpkı barfiksde büyük dönüşü yapmaya çalışan jimnastikçi gibi her çocuk, er ya da geç kendi payına düşecek kaderi belirleyen talih çarkını kendisi için çevirir. Çünkü yalnız on beşindeyken bildiğimiz ya da yaptığımız şey sonradan bizi cezbedecektir. Dolayısıyla hiçbir zaman telafi edemeyeceğimiz bir şey vardır: On beşimizdeyken evden kaçmamış olmak. Sonradan anlarız: Sokakta geçirilen kırk sekiz saat, tıpkı alkalik çözeltide olduğu gibi, mutluluğun kristalini yaratır.”

Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, çev. Nurdan Gürbilek, 2014, Metis Yayınları, 7. basım, s. 52-3.

Bernhard, Ölümsüzlük Üzerine

“Stefan Kilisesi’nde ölüm yere düşünceye kadar oturma isteği duymuştum, dedi. Ama başaramadım, bu isteğe karşı duyduğum derin yoğunluğa rağmen. Bunun daha da ötesine geçecek yoğunluğa olanağım olmadı, dedi, zaten isteklerimiz de ancak en yüksek yoğunlukla dilersek yerine gelir. Çocukluğundan beri ölme isteği duymuş, hani denir ya, kendini öldürme isteği, ama hiçbir zaman bu konuda en yüksek yoğunluğu gösterememiş. Daha başlangıçtan beri, aslında her şeyiyle ona iğrenç gelen bir dünyanın içine doğmuş olmakla başa çıkamamış. Büyümüş ve bu ölme isteğinin birden yok olacağına inanmış, ama en yüksek yoğunluğa gene de ulaşamamış, dedi. Sürekli merakım intiharımı engelliyordu, dedi, diye düşündüm. Babamızı bizi döllediği için, anamızı bizi doğurduğu için, kız kardeşimizi de sürekli olarak mutsuzluğumuzun tanığı olduğu için affetmeyiz. Var olmak umutsuzluğa düşmekten başka bir değildir ki, dedi. Uyandığımda iğrenerek düşünüyorum kendimi ve başıma geleceklerin hepsi tüylerimi diken diken ediyor. Yattığımda ölmekten, bir daha uyanmamaktan başka bir isteğim olmuyor, ama sonra gene uyanıyorum ve bu korkunç süreç yineleniyor, yineleniyor sonuçta elli yıl boyunca, dedi. Elli yıl boyunca ölmekten başka bir şey düşünmediğimizi düşünerek gene de yaşıyor olmamız ve bunu tamamen tutarsız olduğumuz için değiştiremememiz, dedi. Çünkü biz kendimiziz acınacak olan, alçağın ta kendisiyiz. Müzik yeteneği yok! diye bağırdı, var olma yeteneği yok! O kadar kendimizi beğenmişiz ki, müzik eğitimiyle olacak bu iş sanıyoruz, oysa yaşama yeteneğimiz bile yok, var olmayı bile beceremiyoruz, çünkü var olmuyoruz bile, var olunuyoruz! diye söylendi bir keresinde Wahringer Caddesi’nde halimiz kalmayıncaya kadar dört buçuk saat Brigittenau’da dolaşmamızdan sonra. Eskiden gece yarılarını Koralle‘de geçirirdik, dedi, artık Kolosseum‘a bile gitmiyoruz! dedi, her şey nasıl da tamamen uygunsuzluğa doğru değişti. Bir dostumuz olduğunu sanıyoruz, ama zamanla dostumuz olmadığını görüyoruz, çünkü kesinlikle hiç kimsemiz yok, gerçek bu, dedi.”

Thomas Bernhard, Bitik Adam, çev. Sezer Duru, Yapı Kredi Yayınları, 2016 [1983], 6. basım, s. 36-7.

Houellebecq, Fedakarlık Üzerine

“Bu kadın yedi yaşından başlayarak çiftlik işlerinde, yarı ilkel alkolikler arasında korkunç bir çocukluk geçirmişti. Erişkinlik dönemi, bir anısı olamayacak kadar kısa sürmüştü. Kocasının ölümünden sonra hem dört çocuğunu yetiştirmiş hem de fabrikada çalışmıştı. Kış ortasında, ailenin temizliği için avludan su taşımıştı. Altmışından sonra, henüz emekli olduğunda, yeniden küçük bir çocukla oğlunun oğluyla uğraşmayı kabul etmişti. O çocuğun da hiçbir eksiği olmamıştı; ne temiz giysiler ne pazar öğlenleri güzel yemekler ne de sevgi eksikti. yaşamı boyunca tüm bunları yapmıştı bu kadın. İnsanlık tarihinin -az bile olsa- tümü kapsayan bir araştırması, bu tür olayları göz önünde tutmak zorundadır. Tarihsel olarak bu tür insanlar yaşamıştır. Tüm yaşamları boyunca, yalnızca özveri ve sevgiyle çalışan, zor koşullarda çalışan, yaşamlarını bir özveri ve sevgi anlayışı içinde, gerçek anlamda başkalarına adayan, hiçbir zaman kendilerini feda ediyormuş duygusuna kapılmayan, başkalarına yaşamlarını adamaktan başka bir yaşama biçimi düşünmeyen insanlar. Uygulamada bu tür insanlar genellikle kadınlardı.”

Michel Houellebecq, Temel Parçacıklar, çev. Osman Senemoğlu, Can Yayınları, 2013 [1998], s. 90.