Tarkovski, Geçmişten Günümüze İnsanlık

9 Eylül

Garip olan şey insanlar herhangi bir nedenden dolayı, bu bir yapım ya da coğrafya olabilir, biraraya geldiklerinde birbirlerinden nefret etmeye başlayıp birbirlerini aşağılıyorlar. Çünkü herkes kendini seviyor.

Toplum, er ya da geç şeytani, kötü ve ölümcül bulutlar gibi yükselip kıtaların üzerini kaplayacak bir illüzyondur.

Tek bir şeyi amaçlayan -karınlarını doyurmayı- insanlar topluluğu bozulmaya, çürümeye ve düşmanlığa mahkum olmaya lanetlidir.

“Yalnızca ekmekle yetinmeyen…”

İnsan karşıt karakteristik özelliklerle donanmıştır. Tarih bunun daima en kötü yönde işlediği gerçeğini çok canlı bir şekilde gösterir. İnsan ya tarihi yönlendirecek kapasitede değildir ya da yönlendirirse de onu ancak en kötü ve yanlış yola sürükler. Bunun tersini ispatlayacak tek bir örnek bile yoktur.

İnsanlar diğerlerine hükmedecek güçte değildirler. Onlar yalnızca mahvederler. Ve materyalizm gayet yalın ve ahlaksızca bu mahvoluşu tamamlayacak.

Tanrı’nın her ruh içinde yaşadığı gerçeğine ve her ruhun da ebedi olup iyiyi içinde bulundurup biriktirme kapasitesi olmasına rağmen, yığınlarca insan mahvetmekten başka bir şey yapamazlar. Çünkü bir ideal uğruna değil, sadece maddesel bir dava uğruna biraraya gelmişler.

İnsanoğlu hep bedenini korumaya çalışmıştır (belki de ilerlemenin başlangıcı olarak hizmet veren doğal ve bilinçaltı tepkilerin kuvvetlerinden dolayı) ve ruhunu korumaya yönelik hiçbir düşüncesi olmamıştır. Kilise (dine karşı olarak) böyle yapmamıştır: İnsanın sonsuz genişlikte bir karanlığın içinde istasyonu terk eden bir trenin ışıklarını seçer gibi daha yeni yeni anladığımız spritüel [sic] tarafı, uygarlık tarihi boyunca gittikçe hayvan ve maddeden uzaklaşmıştır ve diğer tarafı da bir daha geri gelmesi mümkün olmayacak bir şekilde sonsuza dek sürecek olan kendi yoluna büyük bir telaşla devam etmektedir.

Ruh ve beden, duygu ve mantık bir daha asla tek bir bütün olamayacaklar. Çok geç artık. Şu anda spritüel yetersizlikten kaynaklanan ürkütücü bir hastalıkla sakatlanmış durumdayız ve bu hastalık da öldürücü. İnsanoğlu, değer yargılarından başlayarak kendini yok etmek için elinden geleni yapmakta, bunun sonucu da fizik bedenin ölümü.

Öyle önemsiz, acınacak ve zayıf oluyor ki insanlar “ekmeği” yalnızca “ekmeği” düşündüklerinde, böyle düşünmenin onları yalnızca ölüme götüreceğini idrak bile edemiyorlar. İnsan zekasının bir başarısı diyalektik prensibi tanımasıdır. Ve eğer bir insan ancak tutarlıysa ve intihar bunalımında değilse bu prensibin rehberliğinde çok fazla şey anlayabilir.

Her insan ancak kendi kendini kurtarmak istediği zaman kurtarılabilir.

Şimdi zaman olağanüstü bireysel cesaret, bireysel fedakârlık gösterme zamanı: veba illeti kol gezerken ziyafet verme zamanı yani. Ancak kendini kurtarabildiğinde diğerlerini de kurtarabilirsin, spritüel anlamda tabii.

Birlikte çabalamalar anlamsız. Biz insanlar arılar ve karıncaların sahip olduğu türü koruma içgüdüsünden yoksunuz. Öte yandan, insanlığın büyük bir iştahla tükettiği ölümsüz ruhlarımız var. İçgüdü bizi kurtaramaz; ama onun yokluğu da bizim düşüşümüz olur. Spritüel ve ahlaki kurumlarımızı da boşvermiş durumdayız. O zaman kurtuluş nerede yatıyor? Şüphesiz yeniden önderlerimize dönüp onlardan medet ummak yararsız.

Şimdi yalnızca bir dahi insanlığı kurtarabilir – bir peygamber değil, hayır!- yeni bir manevi ideal formüle edebilecek bir dahi. Fakat bu Mesih nerede? Bize geriye sadece onurumuzla ölmek kaldı.

Kinizm şimdiye kadar kimseyi kurtarmadı. O korkakların harcı daha çok. İnsanlık tarihi, zalim bir acıma duygusu eksikliğiyle kurulmuş korkunç bir deney tahtası gibi gözükür. Canlıların operasyona alındığı bir deneme tahtası yani; buna herhangi bir açıklama getirilebilecek mi? İnsan yazgısı, anlaması bizim kavrayışımızın ötesinde olan sonsuz bir sürecin döngüsünden başka bir şey değil mi gerçekten? Ne ürkütücü bir düşünce! Her şey bir yana, insan her şeye rağmen, kinizme de materyalizme de rağmen sonsuzluğa ve ölümsüzlüğe inanır. İnsana, dünyaya artık hiçbir insanın gelmeyeceğini söylerseniz, beynine bir kurşun sıkar.

İnsanın beynine ölümlü olduğu zorla çakılmıştır; ama herhangi bir şey onun elinden ölümsüzlük hakkını zorla almaya kalktığında sanki öldürülmek üzereymiş gibi buna sonuna dek direnecektir.

Basitçe söylemek gerekirse insanlık kokuşmuş durumda. Ya da, insanlar yavaş yavaş birbirlerini çürütüyorlar. Ve günümüze gelinceye dek yüzyıllar boyunca ruhları hakkında düşünen insanlar fiziksel olarak ortadan kaldırılmıştır, hâlâ da yok ediliyorlar.

Bizi bundan sonra tek kurtarabilecek olan şey, ancak şu anki sefil ve barbar dünyamızın tüm ideolojik kurumlarının düşüşünü sağlayacak yeni bir cadı avıdır.

Modern insanın büyüklüğü karşı çıkışında yatar. Bir kelime etmekten aciz, tepkisiz bir kalabalığın önünde kendini canlı canlı ateşe atan ya da elinde pankart, sloganlar atarak meydanlara yürüyen ve tüm namussuz ve Allahsızlara hayır diyen insanlara şükürler olsun.

Yaşam fırsatının üzerinde yükselmek, gelecek ve ölümsüzlük adına pratik anlamda bedenimizin ölümlülüğünü doğrulamak…

Eğer insanlık hâlâ bunu yapabilecek durumdaysa, o zaman henüz her şey yitirilmiş sayılmaz. Hâlâ bir şans var demektir.

İnsanlık o kadar acı çekti ki, artık insanın acı çekme duyusu köreldi. Bu çok tehlikeli. Ve işte bu yüzden insanlığın kan döküp acı çekerek kurtulması artık olanaksız.

Tanrım, yaşamak için ne kötü bir zaman!

Andrey Tarkovski, Zaman İçinde Zaman: Günlükler: 1970-1986, çev. Seda Kervanoğlu, Afa Yayınları, 1994 [1989], s. 21-4.