Ergin, Yara ve Arzu

Ben kendi hâlimde buraya alıntılar taşırken, bir dostum bana bir alıntıyı gönderince heyecanlandım. Hem de ortak etkilendiğimiz, konuştuğumuz bir Ankara romanından olunca, tekrar tekrar okudum, hatırladım. Akşam eve gelince, sayfasını bulmak için kitabı tararken sonlarına doğru paragrafa rastladım, kitapta kıvırdığım tek sayfa buymuş. Bir daha unutmayayım diye buraya da iliştireyim dedim.

“Neden anlamadın benim sadık dostum? Saf inançlarından, iflah olmaz sevginden neden bir an olsun ödün vermedin? Bizi, Filiz ve beni öyle şimşekli bir gecede neden yalnız bıraktın kardeşim? Bilmez misin biriyle baş başa kalınca dilin çözülmesi gibi tüm arzular da yıkar engellerini, dağılıverirler sağa sola. Önce göğse girerler, orayı kabartırlar. Sonra beyne ulaşırlar, ne kadar gizli kalmış, saklanmış yara varsa hepsini gün yüzüne çıkarırlar. Ne dostluk bilirler, ne güven, ne kardeşlikten nasiplenmişlerdir, ne de iyilikten. Sen onları bilmez misin? Kabuk bağlayan, kaşınan, kanayan, acıyan, yanan ne kadar yara varsa hedefidir onların. İlk onlara saldırırlar. Bulutlar, şimşekler, mavi kıvılcımlar yoldaştır onlara. O arzular insanların gizlerini, sakladıklarını ayan beyan be zamansız ortaya döküverirler. Ne erdem bilirler, ne kural, ne ahlak, ne etik, ne kardeşlik… Onların bildiği tek şey vardır: Yaralar kapatılmalıdır. Halbuki ne yaparsan yap, ne söylersen söyle, o yaralar kapanmaz. Yaralar, arzulardan güçlüdür Zafer. Yaralar kadir kıymet bilmezler. Dünyayı karşına almışsın, dostunu çiğneyip geçmişsin, tüm değerlerini bir saniyede yakıp yıkmışsın; hiçbir şeye bakmazlar. Yaralar yanmaya ve acımaya devam ederler.”

Serhan Ergin, Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar, İletişim Yayınları, 2015, s. 159.