BİT kadar değeri var, Nicholas Carr (Çeviri)

Nicholas Carr’ın Harvard Business Review’da 2003’te yayımlanan IT Doesn’t Matter makalesinin çevirisi. Yıllar önce ilgimizi çektiği için Hüseyincan ile çevirmeye başlamıştık. Sonra böyle taslak olarak kalmıştı. Hüseyincan’dan rica ettim buraya koyalım diye, belki arada bakar geliştiririz. İlgisini çeken, okuyan olursa da belki öneri yapar, birlikte düşünürüz. Yaratıcı başlık önerisi için de Onur’a teşekkürler.


BİT kadar değeri var

Çeviri: Hüseyincan Eryılmaz, Yiğitalp Ertem

1968’de Intel çalışanı genç mühendis Ted Hoff, bilgisayarın işlem gücü için gerekli devreleri küçük bir silikon parçanın üzerine yerleştirmenin yolunu buldu. Mikroişlemcilerin icadı masaüstü bilgisayarlar, yerel ve geniş bölge ağlar, kurumsal yazılımlar ve internet gibi iş dünyasını değiştiren bir dizi teknolojik atılımın önünü açtı. Bugün, muhtemelen hiç kimse bilişim teknolojilerinin ticaretin bel kemiği haline geldiğine itiraz edemez. Bilişim teknolojileri tekil işletmelerin operasyonlarına temel teşkil ederken, geniş alanlara yayılmış tedarik zincirlerini birbirlerine bağlamakta ve işletmelerle hizmet sağladıkları müşteriler arasında giderek büyüyen bir ağ tesis etmektedir. Bilgisayar sistemlerinin yardımı olmaksızın dolar ya da euro artık güçlükle el değiştirmekte. 

Bilişim teknolojilerinin gücü ve mevcudiyeti arttıkça, harcama alışkanlıklarına da yansıdığı üzere şirketler söz konusu teknolojileri başarıları için daha da kritik kaynaklar olarak görmeye başladılar. U.S. Department of Commerce’s Bureau of Economic Analysis’in 1965’te gerçekleştirdiği çalışmaya göre, sermayenin o yıl sarf ettiği harcamaların %5’ten azı bilişim teknolojilerine gitmişti. 1980’lerin başlarında kişisel bilgisayarların piyasaya sürülmesiyle bu değer %15’lere yükseldi. 1990’ların ilk yıllarında %30’u sonlarına doğru ise %50’yi bulmuştu. Dünya genelinde işletmeler son dönem durgunluğa rağmen, BT üzerine her yıl 2 trilyon doların üstünde para harcamaya devam ediyor.

Fakat, BT’ye gösterilen ihtimam harcanan dolarlardan çok daha derinlere uzanır. Yüksek mevkilerdeki yöneticilerin değişen tavırlarında ortadadır bu durum. 20 yıl önce, yöneticilerin büyük çoğunluğu, bilgisayarları en iyi ihtimalle sekreterler, analistler ve teknisyenler gibi düşük seviye çalışanlara havale edilen proleter aracı -yazı ve hesap makinası- olarak hakir görmekteydi. Değil enformasyon teknolojisini stratejisine katan, parmakları bilgisayar klavyesine dokunmuş yönetici oldukça nadir bulunuyordu. Bugün bu tamamıyla değişti. Şimdi CEO’lar bilişim teknolojisinin stratejik değeri, rekabet üstünlüğü sağlayabilmek için nasıl kullanılacağı, iş modellerinin dijitalleştirilmesi hakkında düzenli aralıklarla konuşmalar yapıyorlar. Birçoğu BT yatırımlarından farklılaşma ve avantaj elde etme konusunda yeni fikirler edinmek üzere CIO’ları kıdemli yönetim grubuna atadı ya da stratejik danışmanlık firmaları ile anlaştı.

Söz konusu değişim basit bir varsayıma dayanır: IT’nin her yerdeliği ve her andalığı güçlendikçe aynı ölçüde stratejik değeri de artar. Makul  hatta sezgisel bir varsayım. Fakat, yanlış. Bir kaynağı gerçekte stratejik yapan -sürdürülebilir rekabet avantajına temel oluşturacak kapasiteyi sağlayan- her zaman her yerde olabilme değil az bulunurluktur. Rakipler karşısında üstünlük ancak onların sahip olamadığı veya yapamadığı bir şeye sahip olarak ya da yaparak kazanılır. Şimdiye kadar, BT’nin temel fonksiyonları- veri depolaması, veri işlemesi, ve veri transferi- herkes için ulaşılabilir ve karşılanabilir durumda. Sahip olduğu güç ve etki alanı BT teknolojilerini potansiyel stratejik kaynaklardan emtia faktörüne dönüştürmeye başladı. İş yapabilmek için herkesin ödemesi gereken ama kimseye farklılık/avantaj sağlamayan harcamalar haline geldiler. 

BT en anlaşılır biçimde son iki yüzyılda endüstriyi yeniden şekillendiren teknolojilerle -buharlı motor ve tren yolundan telgraf, telefon, elektrik jeneratörü ve içten yanmalı motora- birlikte değerlendirilebilir. Bu teknolojilerin tamamı, ticaret altyapısı içerisine inşa edildikleri kısa periyotlarda ileri-görüşlü şirketlerin avantajlar sağlayabilecekleri fırsatlar yarattılar. Fakat kullanılabilirlikleri arttıkça ve maliyetleri düştükçe -her zaman ve her yerde olmaya başladıkça- üretim girdisi halini aldılar. Stratejik bakış açısından görünmez hale geldiler, artık önemli değillerdi. Bu bugün bilişim teknolojilerine olanın birebir aynısı, ve bunun kurumsal şirket yönetimleri için olası sonuçları oldukça derin.

Yiten avantaj

Birçok yorumcu, ilk sahneye çıktıkları dönemler itibarıyla önceki teknolojiler ve özellikle internetin yayılması sonrası BT arasında paralellikler bulunduğuna işaret ediyor. Fakat karşılaştırmaların çoğunluğu, ya sadece teknolojilere ilişkin yatırımların dağılımına -yükseliş ve düşüş döngüsü- ya da teknolojilerin bütün ekonomilerin ya da endüstrilerin operasyonlarının yeniden şekillenmesindeki rollerine odaklanıyor. Teknolojilerin etkilerini şirketler arası rekabet seviyesinde nasıl gösterdikleri ya da gösteremediklerine dair pek az şey söylenmektedir. Yine de tarihin en önemli derslerinden bazılarını yöneticilere sunduğu ortadadır. 

Tescilli teknolojiler ile altyapı teknolojileri arasında bir ayrım yapılmasına ihtiyaç var. Tescilli teknolojilere, fiilen ya da etken tek bir şirket tarafından sahip olunabilir. Bir ilaç firması örneğin bir ilaç familyası için temel teşkil eden bir patenti veya bileşimi elinde tutabilir. Endüstriyel bir şirket rakiplerinin kopyasını üretmekte zorlanacakları üretim süreci teknolojisine yönelik yenilikçi bir yöntem keşfedebilir. Tüketim malzemeleri üreten bir şirket ürününe diğer şirketlerinkine nazaran daha uzun raf ömrü sağlayacak yeni ambalajlama materyali üzerinde imtiyaz sahibi olabilir. Muhafaza edildiği sürece, tescilli teknolojiler şirketlerin rakiplerinden daha fazla kâr kaldırmalarını mümkün kılacak uzun erimli avantajlara dayanak oluşturabilirler. 

Diğer tarafta altyapı teknolojileri, izole kullanımları yerine paylaşıldıklarında çok daha fazla değer üretme imkanı sunar. Kendinizi 19. yüzyıl başlarında hayal edin ve bir imalat şirketinin tren yolu döşeyebilmek için gereken bütün teknolojilerin haklarını elinde bulundurduğunu varsayın. Söz konusu şirket, isteseydi tedarikçileri, fabrikaları ve dağıtımcıları arasında imtiyaz hakkını kendinde bulundurduğu hatlar inşa edebilir, kendi lokomotif ve vagonlarını bu yol üzerinde işletebilirdi. Ve daha verimli bir şekilde çalıştırabilirdi de. Fakat, daha geniş ölçekli bir ekonomi için böylesi bir düzenlemenin ürettiği değer, tren yolu ağının farklı şirketleri ve farklı alıcıları kapsayacak biçimde düzenlenmesinden üretilecek değere kıyasla önemsiz olacaktır. Tren yolu ya da telgraf hatları ya da güç jeneratörleri olsun, altyapı teknolojilerinin karakteristiği ve ekonomisi bunların geniş ölçekte paylaşımını kaçınılmaz kılar- bu teknolojiler genel işletme altyapısının parçaları haline gelirler. 

Fakat, inşasının erken dönemlerinde, bir altyapı teknolojisi tescilli teknoloji formu alabilir. Teknolojiye olan erişim engellendiği müddetçe -fiziksel kısıtlama, fikri mülkiyet hakları, yüksek maliyet ya da standartların eksikliği gibi sebepler vasıtasıyla- bir şirket bunu rakipleri karşısında avantaj kazanmak için kullanabilir. 1880’ler gibi ilk elektrik santrallerinin inşa edildiği bir dönemle elektrik şebekesinin döşendiği yirminci yüzyıl başlarını düşünün. Elektrik bu dönemde az bulunan bir kaynaktı, ve bundan istifade eden imalatçılar -fabrikalarını santrallerin yakınına inşa edenler gibi- çoğunlukla önemli bir üstünlük yakaladı. Yüzyıl dönümünde Birleşmiş Milletler’deki en büyük somun ve civata imalatçıları Plumb, Burdict, ve Barnard’ın fabrikalarının New York’ta Niagara Şelalesi’nin büyük ölçekte enerji üreten ilk hidroelektrik enerji santrallerinin yakınlarına inşa edilmiş olmaları tesadüf değildi. 

Şirketler yeni teknolojinin kullanımı konusunda üstün kavrayış göstererek de rakiplerinin önüne geçebilirler. Elektrik enerjisinin ilk dönemi bu duruma yine güzel bir örnek sunar. 19. yüzyıl’ın sonuna dek, bir çok üretici makinalarını çalıştırmak için su basıncına ya da buhara bel bağlamaktaydı. O günlerde güç tekil, sabit bir kaynaktan- değirmenin su çarkından mesela- gelmekteydi ve gücü tek tek iş istasyonlarına dağıtan kasnak ve dişlilerden müteşekkil detaylı bir sisteme gerek duyulmaktaydı. İlk defa kullanılabilir hale geldiğinde, bir çok üretici elektrik santrallerini tek nokta enerji kaynaklarının ikamesi olarak benimsediler. Akıllı üreticilerse elektrik gücünün sağladığı en büyük avantajlardan birinin kolaylıkla dağıtılabilirlik olduğunu gördüler- elektrik doğrudan iş istasyonlarına getirilebilirdi. Fabrikalarını kablolarla döşeyerek, makinalarına elektrik motoru yükleyerek, külfetli, hantal ve maliyetli dişli sistemlerden vazgeçerek yavaş rakiplerine karşı önemli bir verimlilik avantajı kazanabildiler. 

Yeni ve daha verimli işletim metotlarını mümkün kılmasının yanı sıra, altyapısal teknolojiler çoğu zaman geniş ölçekli pazar değişikliklerine öncülük eder. Burada, aynı şekilde, yaklaşmakta olanı gören bir şirket miyop rakiplerinin bir adım önüne geçebilir. 1800’lerin ortalarında, Amerika azimle tren yollarının inşasına başladığında, uzun mesafelere eşya ulaştırmak çoktan mümkündü -yüzlerce buharlı gemi ülkenin nehirlerinde gidip gelmekteydi. İş insanları tren taşımacılığının bazı kademeli iyileştirmelerle de olsa özünde buharlı gemi modelini takip edeceğini varsaydılar muhtemelen. Oysa, tren yollarının daha fazla hız, kapasite ve daha geniş menzil imkanı sağlaması Amerikan endüstrisinin yapısında köklü bir değişiklik yarattı. Sadece hammadde ve endüstriyel bileşenlerdense, nihai ürünün uzak mesafelere ulaştırılması da bir anda oldukça hesaplı hale geldi, kitle ölçeğinde bir tüketici pazarı meydana geldi. Daha geniş fırsatları hızlıca öngören şirketler, büyük ölçekli, kitle-üretimi gerçekleştirebilecek fabrikalar inşa etmeye atıldılar. Sonuç olarak ortaya çıkan ölçek ekonomisi seri imâlatın egemenliğine kadarki sürede bu şirketlere küçük, yerel fabrikaları ezmek için imkan tanımış oldu. 

Fakat, yöneticilerin sıklıkla düştükleri tuzak avantaj getiren fırsatların sonsuza kadar mevcut olacağı varsayımında bulunmaktı. Altyapısal teknolojilerden avantaj devşirme penceresi fiiliyatta sadece kısa bir dönem için açık olur. Teknolojinin tecimsel potansiyeli büyük ölçekte değerlendirildikçe, çok büyük paralar yatırıma yönlendirildi ve genişlemesi olağanüstü bir hızla yol aldı. Tren yolu, telgraf ve enerji hatları -hepsi çılgınca bir dizi faaliyet (o kadar çılgıncaydı ki, tren yollarının inşası yüzlerce işçinin hayatlarına mâl oldu) içerisinde kuruldu. Sermaye Çağı kitabında Eric Hobsbawm, dünyanın toplam tren yolu uzunluğunun 1846’dan 1876’ya 30 yıllık dönemde 17.424 kilometreden 309.461’e çıktığını bildirir. Aynı dönemde, toplam buharlı gemi taşımacılığı tonajında da büyük bir patlama gerçekleşmiş, taşınan miktar 139.973 ton’dan 3.293.072 ton’a çıkmıştı. Telgraf sisteminin yayılımı daha da süratli bir biçimde gerçekleşti. Kıta Avrupasında, 1849’da 2.000 mil telgraf hattı varken, aynı sayı 20 sene sonrasında 110.000 olmuştu. Bu örüntü elektrik enerjisi ile devam etti. 1889’da 465 olan kamu idarelerince işletilen ana istasyon sayısı 1917’de 4.364’e yükselmiş, her birisinin ortalama kapasitesi on kattan daha fazla artmıştı. (Aşırı yatırımın risklerine/tehlikelerine dair tartışma için, yan taraftaki “Too Much of a Good Thing”e bakınız.)

Tekil avantaj yaratacak fırsatların çoğunluğu büyüme evresinin sonuna doğru kayboldu. Yatırıma hücum edilmesi rekabeti ve kapasiteyi artırıp fiyatları düşürürken, teknolojiyi daha geniş ölçekte erişilebilir ve satın alınabilir kıldı . Aynı anda, genişleme süreci kullanıcıların evrensel teknik standartları benimsemesi ve tescilli sistemlerin hükümsüz kılınması yönünde bir kuvvet yarattı. En iyi uygulamaların yaygın olarak anlaşılması ve taklit edilerek tatbik edilmesiyle, teknolojinin uygulama biçimi dahi standartlaşmaya başladı. Nihayetinde, bu durum en iyi uygulamaların altyapının içine inşa edilmesiyle sonuçlandı, elektriktriklenmenin ardından mesela, bütün fabrikalar çok sayıda eşit dağıtılmış güç çıkışları içerecek şekilde inşa edildi. Sonuç olarak, hem teknoloji hem de kullanım biçimleri metalaştırıldı. Genişleme/büyüme döneminin ardından, çoğu şirketin altyapısal teknolojilerden umabileceği anlamlı avantajlardan geriye bir tek maliyet avantajı kaldı -onda bile avantajın sürdürülmesi oldukça zordu.

Bütün bunlar altyapısal teknolojilerin rekabeti etkilemediği anlamına gelmez. Etkilerler, fakat etkileri tekil şirket seviyesinde değil, makro ekonomik seviyede hissedilir. Örneğin, herhangi bir ülke bir teknolojinin kurulumunda gecikmişse -ulusal tren yolu şebekesi, enerji ağı ya da komünikasyon altyapısı olsun -oradaki yerel endüstriler bundan ağır zarar görecektir. Benzer biçimde, eğer spesifik bir endüstri kolu teknolojinin gücünden yararlanmakta gecikmişse, yerinden edilme açısından kırılgan bir konuma gelecektir. Her zaman olduğu gibi, bir şirketin kaderi bulunduğu bölgeye ve endüstriye etkiyen büyük ölçekli güçlerinkine bağlıdır. Oysa temel nokta, teknolojinin bir şirketi diğerlerinden farklılaştırma potansiyelinin -stratejik potansiyelinin- teknolojinin erişilebilirliği ve satın alınabilirliği arttıkça karşı durulması mümkün olmayan biçimde azaldığıdır. 

BT’nin Metalaş((tır(ıl))ması

Öncüllerine kıyasla daha karmaşık ve şekillendirilebilir olsa da, BT altyapısal teknolojinin sahip olacağı bütün alamet-i farikalara sahiptir. Karakteristiği hızlı bir metalaşma sürecini temin edecek karışıma sahiptir. BT, her şeyden önce bir taşıma mekanizmasıdır -tren raylarının ürün taşıması, güç hatlarının elektrik taşıması gibi dijital enformasyon taşır. Ve herhangi bir taşıma mekanizması gibi, tecrit edilmesine kıyasla paylaşıldığında açık ara daha değerlidir. BT’nin iş dünyası içerisindeki tarihçesi, zaman paylaşımlı merkezi işlemcilerden (mainframe) minibilgisayar tabanlı yerel ağlara, oradan daha geniş ethernet ağlarına, oradan da internete yol alarak, bağlantısallığın ve birlikte çalışılabilirliğin yükselişinin tarihçesi olmuştur. Gelişimin her aşaması teknolojinin daha geniş ölçülerde standardizasyonunu, ve en azından son dönemlerinde işlerliğinin homojenizasyonunu içermiştir. Birçok durumda iş uygulamasının gereksinimlere göre özelleştirilmesinin getireceği faydalar izole edilmenin maliyetleri karşısında yenik düşmektedir.

BT diğer taraftanaynı zamanda oldukça yinelenebilirdir. Bir bayt veriden daha mükemmel bir meta düşünmek güçtür gerçekten -hiçbir maliyeti olmadan neredeyse sonsuza dek ve kusursuzca yeniden üretilebilir. Birçok BT fonksiyonunun sonsuza yakınsayan derecede ölçeklendirilebilirliği teknik standardizasyon ile birleştiğinde tescilli çoğu yazılım uygulamasını ekonomik anlamda geçersiz kılar. Niçin kendine ait kelime işleme, e-posta ya da tedarik zinciri yönetimi uygulaması yazasın ki, hele maliyetin çok küçük bir kısmına halihazırda tamamlanmış, en ileri teknoloji ürünü bir uygulama satın alabiliyorken? ekrar üretilebilir olan sadece yazılımla sınırlı kalmaz. Birçok iş aktivitesi ve süreci yazılıma gömülü halde bulunur, bu halleriyle süreçler de aynı şekilde yinelenebilir. Şirketler genele hitap eden bir yazılım uygulaması satın aldıklarındasüreçleri de satın almış olurlar. Maliyet tasarrufları ve farklı ortamlarda işleyebilen bir yapıya sahip olmanın getirileri ayırt edicilikten mahrum kalma fedakarlığını kaçınılmaz kılar. 

İnternet’in ortaya çıkışı BT’nin metalaştırılması sürecini genele hitap eden uygulamaların temini için ideal bir kanal sağlayarak hızlandırdı. Dahası, şirketler BT ihtiyaçlarını üçüncü partilerden ücret bazlı web servisleri satın alarak giderebilecekler -aynı elektrik enerjisi ve telekomünikasyon hizmetlerini satın aldıkları biçimde. Büyük iş-teknoloji satıcıları, Microsoft’tan IBM’e, kendilerini şebeke’nin, çeşitli iş uygulamalarının tedariği üzerinde kontrol sahibi olacakları BT kuruluşları, şirketleri olarak konumlandırmaya çaba gösteriyorlar. Yine ortaya çıkan sonuç, BT yeterliliklerinin, daha fazla sayıda şirket özelleşmiş uygulamaları jenerik mümessilleriyle değiştirdikçe daha da homojenize hale gelmesi. 

Sonuç olarak, şimdiye kadar tartışılan bütün sebeplerden, BT hızlı fiyat deflasyonuna tabidir. Gordon Moore geleceği öngören, bilgisayar çiplerindeki işlemci yoğunluğunun her iki yılda ikiye katlanacağı iddiasını ortaya attığında, işlemci gücünde meydana gelecek patlama üzerine tahmin yapıyordu. Fakat aynı zamanda bilgisayar fonksiyonlarının fiyatlarındaki serbest düşüşü de öngörüyordu. İşlemci gücü maliyeti durmaksızın düşüş gösterdi, 1978’te milyon yönerge başına 480 dolar’dan 1985’te 50 dolar’a, oradan da 1995’te 4 dolar’a hız kesmeyen bir trendle düştü. Benzer düşüşler veri depolama ve iletimi maliyetlerinde yaşandı. BT fonksiyonlarının hızlı biçimde satın alınabilir konuma gelişi bilgisayar devrimini demokratize etmekle kalmadı, rekabetçilerin önündeki en önemli potansiyel engellerden bir tanesini de ortadan kaldırdı. En uç BT fonksiyonları dahi herkesin kullanabileceği konuma geldi. 

Bu karakteristik özellikler verildiğinde, BT evriminin öncü altyapı teknolojilerinin evrim süreçlerini çok yakından yansılaması sürpriz sayılmaz. Her bit inşası tren yolları ağının inşası kadar nefes kesici gerçekleşmiştir (çok daha az ölüm vakasıyla). Bazı istatistiklere göz atalım. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, mikroişlemcilerin işlem gücü 66 bin kat arttı. 1989’dan 2001’e, 12 yıl içerisinde, internete bağlı sunucuların sayısı 80.000’den 125 milyon’a ulaştı. Son 10 yılda, World Wide Web üzerindeki site sayısı 40 milyon’u buldu. Ve 1980’den bu yana, 280 milyon mil fiber-optik kablo döşendi -Businessweek’in yakınlarda belirttiği üzere, dünya çevresini 11,320 kere sarmaya yetecek kadar.

Metalaştırma Deparı

Önceki dönem altyapı teknolojilerinde nasıl olduysa, daha hala tescilli bir teknoloji gibi sahip olunabildiği inşa sürecinin erken dönemlerinde BT ileri görüşlü şirketlere rekabet avantajı yaratabilecekleri birçok fırsat sundu. Klasik bir örnek American Hospital Supply’dır. Önde gelen medikal tedarikçilerinden AHS 1976’da Analitik Sistemler Otomasyon Satın Alma adında yenilikçi bir sistem ile hastanelere ihtiyaçlarını elektronik olarak sipariş edebilecekleri bir hizmet sundu. Şirket içinde geliştirilen yenilikçi sistem, ana bilgisayar üzerinde tescilli yazılım kullanmakta, hastanelerdeki tedarik uzmanları bu bilgisayara kendi sitelerindeki terminaller aracılığıyla  ulaşabilmektelerdi. Daha verimli sipariş verilebilmesi hastanelerin envanterlerini -dolayısıyla maliyetlerini- hafifletti, müşteriler sistemin kullanımını çabucak benimsedi. Ve sistem AHS’ye tescilli olduğundan, bu durum diğer rekabetçileri devre dışı bıraktı. Uzun bir süre AHS elektronik sipariş imkanı sunan tek dağıtımcıydı, bu rekabet avantajı yıllarca yükseküstün finansal sonuçları beraberinde getirdi. 1978’ten 1983’e AHS’nin satış ve karları, sırasıyla yıllık %13 ve %18 oranlarında artış gösterdi -bu değerler endüstri ortalamasının çok üstündeydi.

AHS, altyapı teknolojilerinin büyüme/genişleme sürecinde yaygın olan karakteristik özellikleri, özellikle yüksek maliyet ve standardizasyon yokluğunu kapitalize ederek ciddi bir rekabet üstünlüğü edindi. Halbuki 10 yıl içerisinde rekabetin önündeki söz konusu bu engeller ortadan kalktı. Kişisel bilgisayarların ve paket yazılım uygulamalarının ağ iletişimi standartları ile birlikte ortaya çıkışı, tescilli iletişim sistemlerini kullanıcıları için sevimsiz sahipleri içinse ekonomik olmayan bir hale getirdi. Gerçekten de, kapalı doğası ve zamanın gerisinde kalmış teknolojisi AHS’nin sistemini tahmin edilebilir de olsa ironik bir sapmayla kazançtan yükümlülüğe dönüştürdü. AHS’nin 90’ların başlarında Baxter Travenol ile birleşerek Baxter International’ı oluşturmasının ardından şirket’in kıdemli yöneticileri, Harvard Business School’un vaka çalışmasında aktarıldığına göre ASAP’ın “omuzlarına binen bir yük” olduğu görüşünde buluştular.

Başka şirketler inovatif, yenilikçi BT tertipleri aracılığıyla önemli avantajlar elde ettiler. Sabre rezervasyon sistemi ile American Airlines, paket/kargo takip sistemi ile Federal Express, ve otomasyon Speedpass ödeme sistemi ile Mobil Oil gibi bazıları BT’yi operasyonel veya pazarlama avantajları edinmek için kullandılar -rekabete konu bir süreç ya da aktivitede bir adım öne çıkmak için. Diğerleri, 1970’lerde finansal enformatik ağıyla Reuters, ya da daha yenilerde, Internet açık artırmalarıyla eBay, BT’nin endüstriyi nasıl köklü şekilde dönüştüreceği ve hakim konumları belirleyiciliğine dair üstün öngörüye sahiptiler. Birkaç durumda, şirketlerin BT inovasyonları vasıtasıyla kazandıkları üstünlük, ölçek ekonomisi ve marka bilinirliği gibi orjinal teknolojik üstünlükten daha önemli olduğunu kanıtlayan ilave avantajları da beraberinde getirdi. Wal-Mart ve Dell Computer geçici teknolojik avantajları kalıcı konumsal avantajlara çeviren şirketlerin bilindik örnekleridir.

Fakat, BT temelli avantajlar yaratan fırsatlar giderek azalmaktadır. En iyi yöntemler yazılım uygulamalarına dahil edilmekte, diğer türlü kopyalanmaktadırlar. BT-teşvikli endüstriyel dönüşümlere gelindiğindeyse, gerçekleşecek olanların çoğu ya zaten gerçekleşmiş ya da gerçekleşme aşamasındadır. Endüstri ve pazarlar evrimlerini sürdürecek, ve elbette bazıları köklü dönüşümlerden geçecektir -örneğin müzik sektörünün/dünyasının geleceği belirsizliğini korumaktadır. Fakat, tarih altyapısal teknolojilerin endüstrileri dönüştürme gücünün inşa sürecinin tamamlanmasına yaklaşıldıkça azaldığını göstermektedir.

Altyapısal teknolojinin inşasının ne zaman biteceğine dair kimse kesin bir yargıda bulunamasa da, yine de BT inşasının sonuna başından daha yakın olunduğuna dair çeşitli işaretler mevcuttur. İlkin, BT’nin gücü yerine getirdiği bir çok iş gereksinimini geride bırakmaktadııyor. İkinci olarak, temel BT fonksiyonlarının maliyeti, az ya da çok herkesin karşılayabildiği seviyelere düşmüştür. Üç, evrensel dağıtım ağının (İnternet) kapasitesi talebi karşılamaktadır -şu anda ihtiyaç duyduğumuzdan daha fazla fiber-optik kapasiteye sahibiz. Dört, BT satıcıları kendilerini meta tedarikçileri ve hatta hizmet sağlayıcıları olarak konumlamak için acele içerisindedir. Son olarak ve açık bir biçimde, tarihsel olarak bir altyapı teknolojisinin inşasının sonuna başından daha yakın olunduğunun açık bir göstergesi olarak yatırım balonu patlamıştır. Bazı şirketler halen kopyalanması, ekonomik açıdan teşvik edici olmayan çokça özelleşmiş uygulamalardan avantajlar koparabilirler, yine de bu firmalar kuralı kanıtlayan istisnalar olacaklardır. 

1990’lara yakın dönemde, internet balonunun zirvede olduğu dönemde, teknolojistler yükselen dijital geleceğe dair büyük öngörülerde bulundular. Pekala öyle de vuku bulabilirler, ama en azından iş stratejisi açısından gelecek çoktan geldi.

Hücumdan Savunmaya

Peki şirketler ne yapmalı? Önceki altyapı teknolojilerinden pratikte öğrenilebilecek en önemli ders şu olabilir: Bir kaynak rekabet açısından olmazsa olmaz fakat strateji için önemsiz hale gelmişse, yarattığı risk getireceği avantajlardan çok daha ağır basar. Elektriği düşünün. Bugün, hiç bir şirket iş stratejisini elektrik kullanımı çevresinde kurgulamıyor, halbuki tedariğinde en ufak bir gecikme sonuçları itibarıyla yıkıcı olabilir (bazı Kaliforniya işletmelerinin 2000’deki enerji krizinde keşfettiği gibi). BT’yle ilişkili operasyonel riskler sayıca çok fazlalar -teknik arızalar, eskime, servis kesintileri, güvenilmez satıcılar ya da iş partnerleri, güvenlik açıkları ve hatta terörizm- ve bu risklerin bazıları şirketler sıkı kontrol edilen tescilli sistemlerden açık, paylaşımlı sistemlere geçtikçe etkilerini artırmakta. Bugün, BT işleyişinin durması bir şirketin üretim, hizmet sağlama ve müşteri ilişkilerini paralize edebilir, itibarına vereceği zarardan bahsetmiyorum bile. Yine de pek az şirket kırılgan oldukları noktaları belirleme ve sağlamlaştırma üzerine detaylı bir çalışma gerçekleştiriyor. Neler yanlış gidebilir diye endişelenmek gelecek hakkında spekülasyon yapmak kadar şaşaalı bir iş değil belki, ama bugün için çok daha temel bir iş.

Uzun vadede, şirketlerin yüzleşecekleri en büyük BT riski katastrofik olmaktan öte alelade bir risk olacak. Basitçe, fazla para harcama. BT meta olabilir, ve maliyetler her yeni yeterliliğin hızlıca paylaşılabilmesine imkan verecek seviyede düşüyor olabilir, ama birçok iş fonksiyonu ile sarmal halinde olması gerçeği şirketlerin harcamaları içerisinde yine en büyük payı alacağı anlamına geliyor. Şirketlerin büyük çoğunluğu için sadece ayakta kalmak bile büyük BT masrafları gerektirecektir. Önemli olan -bu her tür meta girdisi için doğru kabul edilir- asli yatırımları keyfi, gereksiz ve hatta üretken olmayanlardan ayrı tutabilmektir.

Üst seviyede daha güçlü bir maliyet yönetimi; sistem yatırımlarından beklenen getirileri değerlendirmede daha titiz olmayı, daha basit ve ucuz alternatiflerin keşfedilmesinde yaratıcılığı, taşeron ve diğer ortaklarla ilişkilerde açıklığı gerektirir. Halbuki, şirketler basitçe israfı keserek bile hatırı sayılır tasarruflarda bulunabilir. Kişisel bilgisayarlar iyi bir örnek. İşletmeler eski modelleri yenileme amacıyla her yıl 100 milyondan fazla bilgisayar satın alımı gerçekleştirmekteler. Oysa bilgisayar kullananların çoğunluğu sadece birkaç basit uygulamaya -kelime işleme, elektronik tablolar, e-posta ve web taraması- ihtiyaç duyar. Söz konusu uygulamalar yıllar içerisinde olgunlaşmış teknolojilerdir; bugünkü mikroişlemcilerin sağladıkları işlem gücünün sadece küçük bir bölümüne gereksinim duyarlar. Buna rağmen şirketler, donanım ve yazılım güncellemeleri doğrultusunda kararlar almaya devam ediyor.  

İşin gerçeği bu harcamaların büyük çoğunluğu satış stratejileri doğrultusunda gerçekleşmektedir. Önde gelen donanım ve yazılım tedarikçileri yeni teknolojik özellik ve imkanları parselleme konusunda; şirketleri bilgisayar, uygulama ve ağ ekipmanlarını ihtiyaç duyulandan daha sık yenilemeye zorlayacak denli  iyi noktalara geldiler. BT müşterilerinin omuzlarındaki ağırlığı atmalarının, PC yatırımlarının uzun vadede göstereceği kullanışlılığı sözleşmeye konu etmelerinin ve güncelleme maliyetlerine sert sınırlamalar getirmelerinin vakti de geldi. Eğer satıcılar ayak direrse, şirketler açık-kaynak uygulamalar ve sade bilgisayarlar dahil olmak üzere daha ucuz çözümlere yönelmede, bu bazı özelliklerden fedakarlıkta bulunmalarını gerektirse bile iradeli davranmalılar. Tasarruf edilecek para için kanıta ihtiyaç duyuluyorsa da şirketlerin Microsoft’un kar marjına göz atması yeterli olacaktır.  

Satın alımlarda pasif kalmalarının yanı sıra, şirketler IT kullanımlarında da son derece baştan savmacı davranmaktalar. Bu özellikle, şirketlerin BT giderlerinin yarısından fazlasına karşılık gelen veri depolama için geçerlidir. Şirket ağlarında depolanan verinin büyük bir kısmı ürünün yapımıyla ya da müşteriye sunulmasıyla pek az ilgilidir -çalışanların terabaytlarca spam dahil olmak üzere kayıtlı e-posta ve dosyalarından, MP3 ve video kliplerinden oluşur. Computerworld tipik bir Windows ağında depolama kapasitesinin %70 kadarının israf edildiği tahmininde bulunmaktadır -inanılmaz gereksiz bir harcama. Çalışanların dosya kaydetmelerini ayrım gözetmeden ve süresiz olarak sınırlamak bir çok yöneticiye hoş gelmeyebilir, ama bilançoda gerçek bir etki yaratacaktır. Bir çok işletmede BT’nin baskın sermaye harcaması haline geldiği bir zamanda israfın ve dikkatsizce kullanımın mazereti olamaz.

Bazı yöneticiler BT harcamaları konusunda eli sıkı olmanın rekabetçi pozisyonlarına zarar vereceği konusunda endişelenebilirler. Fakat, şirketlerin BT giderleri üzerine yapılan çalışmalar tutarlı olarak büyük harcamaların nadiren iyi finansal sonuçlar getirdiğini göstermektedir. Hatta çoğunlukla tersi söz konusudur. 2002’de danışman firma Alinean 7.500 büyük Birleşmiş Devletler firmasının BT harcamalarını ve finansal sonuçlarını incelemiş, en iyi performans gösterenlerin elleri en sıkı firmalardan çıktığı sonucunu keşfetmiştir. En iyi ekonomik sonuç veren 25 firma gelirlerinin yalnızca %0,8’ini BT’ye ayırırken, tipik bir şirket %3,7’sini harcamaktadır. Forrester Research tarafından yakınlarda yapılan çalışma sonuçları da benzer bir biçimde, en müsrif BT harcaması yapanların nadiren en iyi sonuçlara ulaştıklarını göstermiştir. Oracle’dan Larry Ellison, en iyi teknoloji satışçılarından birisi bile, yenilerde bir mülakatında “çoğu şirket BT’ye çok fazla harcama yapıyor, karşılığında pek azını geri alabiliyor” diyerek söz konusu durumu kabul etmiştir. IT-temelli avantajlara yönelik fırsatlar daralmaya devam ettikçe, fazla harcama sonucu ödenmesi gerekecek cezalar artış gösterecektir.  

BT yönetimi, dürüstçe söylemek gerekirse sıkıcı hale gelmiştir. Başarının anahtarı, büyük çoğunluktaki şirketler için artık agresif biçimde avantaj kovalamaktan değil gider ve riskleri titizlikle yönetmekten geçmektedir. Eğer bir çok kıdemli yönetici gibi son 2 sene içerisinde BT’ye yönelik daha korumacı bir duruş almaya başlamışsanız, çoktan doğru yoldasınız. Asıl zorluk aynı disiplini iş döngüsü güçlendiğinde, BT’nin stratejik değeri hakkındaki abartılı nakarat yeniden gündeme geldiğinde korumak olacaktır.

Some recent books on cinema (II)

Previously on some recent books on cinema (I)


Dell’Aria, A. (2021). The Moving Image as Public Art: Sidewalk Spectators and Modes of Enchantment, Palgrave & Macmillan.

Existing outside the boundaries of mainstream cinema, the field of experimental film and artists’ moving image presents a radical challenge not only to the conventions of that cinema but also to the social and cultural norms it represents. In offering alternative ways of seeing and experiencing the world, it brings to the fore different visions and dissenting voices. In recent years, scholarship in this area has moved from a marginal to a more central position as it comes to bear upon critical topics such as medium-specificity, ontology, the future of cinema, changes in cinematic exhibition and the complex interrelationships between moving image technology, aesthetics, discourses, and institutions. This book series stakes out exciting new directions for the study of alternative film practice–from the black box to the white cube, from film to digital, crossing continents and disciplines, and developing fresh theoretical insights and revised histories. Although employing the terms ‘experimental film’ and ‘artists’ moving image’, we see these as interconnected practices and seek to interrogate the crossovers and spaces between different kinds of oppositional filmmaking.

  1. Introduction
  2. Enchantment: Encountering Moving Images on Urban Surfaces
  3. Commercial Breaks: Intra-spectacular Public Art
  4. Screen Spaces: Zones of Interaction and Recognition
  5. The Light Festival Phenomenon
  6. Precarious Platforms: The Paradox of Permanent Moving Images
  7. Superimposition: Forms of Moving Image Site-Specificity
  8. Postscript: Reflections from a Summer Without Public Space

Combe, K. (2021), Speculative Satire in Contemporary Literature and Film: Rant Against the Regime, Routledge.

Since 1980, when neoliberal and neoconservative forces began their hostile takeover of western culture, a new type of political satire has emerged that works to unmask and deter those toxic doctrines. Literary and cultural critic Kirk Combe calls this new form of satire the Rant. The Rant is grim, highly imaginative, and complex in its blending of genres. It mixes facets of satire, science fiction, and monster tale to produce widely consumed spectacles—major studio movies, popular television/streaming series, bestselling novels—designed to disturb and to provoke. The Rant targets what Combe calls the Regime. Simply put, the Regime is the sum of the dangerous social, economic, and political orthodoxies spurred on by neoliberal and neoconservative polity. Such practices include free-market capitalism, corporatism, militarism, religiosity, imperialism, racism, patriarchy, and so on. In the Rant, then, we have a unique and wholly contemporary genre of political expression and protest: speculative satire.

  1. The Briefest of Introductions: What, Why, How
  2. The Rant
  3. The Regime
  4. Ranting Against the Regime
  5. Living Under a Lousy Orthodoxy
  6. Special Topic Rants
  7. Neoliberal A.I.
  8. The Briefest of Conclusions: So What? Why Bother?
  9. How Does This Matter?

Klecker, C. & Grabher, Gudrun M. (ed.), 2022, The Disfigured Face in American Literature, Film, and Television, Routledge.

The face, being prominent and visible, is the foremost marker of a person’s identity as well as their major tool of communication. Facial disfigurements, congenital or acquired, not only erase these significant capacities, but since ancient times, they have been conjured up as outrageous and terrifying, often connoting evil or criminality in their associations – a dark secret being suggested “behind the mask,” the disfigurement indicating punishment for sin. Complemented by an original poem by Kenneth Sherman and a plastic surgeon’s perspective on facial disfigurement, this book investigates the exploitation of these and further stereotypical tropes by literary authors, filmmakers, and showrunners, considering also the ways in which film, television, and the publishing industry have more recently tried to overcome negative codifications of facial disfigurement, in the search for an authentic self behind the veil of facial disfigurement. An exploration of fictional representations of the disfigured face, this book will appeal to scholars of sociology, cultural and media studies, American studies and literary studies with interests in representations of disfigurement and the Other.

  1. Ugliness as deformity in The Life and Loves of a She-Devil and Flavor of the Month
  2. Drawing a broader picture of facial disfigurement: Moving beyond “narrative prosthesis” in James Hankins’ Drawn
  3. Writing against the stigma: Facial disfigurement in R. J. Palacio’s Wonder
  4. Song of my self or “I become the wounded person”: Kenneth Sherman’s poetic tribute to Elephant Man
  5. Loving the monster: The Elephant Man as modern fable
  6. Facial disfigurement on screen: James Bond and the politics of portraying the post-9/11 terrorist
  7. Masculinity and facial disfigurement in contemporary US television characters
  8. Fictional ‘dissections’ of a medical curiosity? Facial disfigurement in Grey’s Anatomy

Law, H. L. (2021), Ambiguity and Film Criticism: Reasonable Doubt, Palgrave Macmillan.

This book defends an account of ambiguity which illuminates the aesthetic possibilities of film and the nature of film criticism. Ambiguity typically describes the condition of multiple meanings. But we can find multiple meanings in what appears unambiguous to us. So, what makes ambiguity ambiguous? This study argues that a sense of uncertainty is vital to the concept. Ambiguity is what presses us to inquire into our puzzlement over a movie, to persistently ask “why is it as it is?” Notably, this account of the concept is also an account of its criticism. It recognises that a satisfying assessment of what is ambiguous involves both our reason and doubt; that is, reason and doubt can work together in our practice of reading. This book, then, considers ambiguity as a form of reasonable doubt, one that invites us to reflect on our critical efforts, rethinking the operation of film criticism.

  1. Introduction: Why Is It as It Is?
  2. Difficulty of Reading
  3. Perplexity of Style
  4. Depth of Suggestion
  5. Uncertainty of Viewpoint
  6. Threat of Insignificance
  7. Concluding Remarks: Reasonable Doubt

Jayamanne, L. (2021), Poetic Cinema and the Spirit of the Gift in the Films of Pabst, Parajanov, Kubrick, and Ruiz, Amsterdam University Press.

Poetic Cinema and the Spirit of the Gift in the Films of Pabst, Parajanov, Kubrick and Ruiz explores the poetic thinking of these master filmmakers. It examines theoretical ideas, including Maori anthropology of the gift and Sufi philosophy of the image, to conceive film as abundant gift. Elaborating on how this gift may be received, this book imagines film as our indispensable mentor – a wild mentor who teaches us how to think with moving images by learning to perceive evanescent forms that simply appear and disappear.

  1. Foreword: In Memory of Thomas Elsaesser
  2. Introduction: Spirit of the Gift: Cinematic Reciprocity
  3. A Gift Economy: G. W. Pabst’s Pandora’s Box (1929)
  4. Fabric of Thought: Sergei Parajanov
  5. Nicole Kidman in Blue Light: Stanley Kubrick’s Eyes Wide Shut (1999)
  6. Ornamentation and Pathology: Raúl Ruiz’s Klimt (2006)
  7. Afterword: Poetics of Film Pedagogy

 

Secondary Literature on Thomas Bernhard

There are fewer books about Bernhard than I had imagined, the reader thought after thirty minutes of googling.

Books

  • Calandra, Denis (1983). New German Dramatists: A Study of Peter Handke, Franz Xaver Kroetz, Rainer Werner Fassbinder, Heiner Müller, Thomas Brasch, Thomas Bernhard and Botho Strauss, Palgrave.
  • Dowden, Stephen D. (1991). Understanding Thomas Bernhard, University of South Carolina Press.
  • Weiss, Gernot (1993). Auslöschung der Philosophie: Philosophiekritik bei Thomas Bernhard, Königshausen u. Neumann.
  • Martin, Charles W. (1995). The Nihilism Of Thomas Bernhard: The portrayal of existential and social problems in his prose works, Brill Rodopi.
  • Wulf, Catharina (1996). The Imperative of Narration: Beckett, Bernard, Schopenhauer, Lacan, Sussex Academic Press.
  • Niccolini, Elisabetta (2000). Der Spaziergang des Schriftstellers: Lenz von Georg Büchner, Der Spaziergang von Robert Walser Gehen von Thomas Bernhard, J. B. Metzler.
  • Konzett, Matthias (2000). The Rhetoric of National Dissent in Thomas Bernhard, Peter Handke, and Elfriede Jelinek, Camden House.
  • Honegger, Gitta (2001). Thomas Bernhard: The Making of an Austrian, Yale University Press.
  • Long, J. J. (2001). The novels of Thomas Bernhard: form and its function, Camden House.
  • Konzett, Matthias (ed.) (2002). A Companion to the Works of Thomas Bernhard, Boydell & Brewer.
  • Frederick, Samuel (2012). Narratives Unsettled: Digression in Robert Walser, Thomas Bernhard, and Adalbert Stifter, Northwestern University Press.
  • Reinert, Bastian & Götze, Clemens (2019). Elfriede Jelinek und Thomas Bernhard: Intertextualität – Korrelationen – Korrespondenzen, De Gruyter.
  • Berwald, Olaf (ed.), Dowden Stephen D. (ed.) & Thuswaldner, Gregor (ed.) (2020). Thomas Bernhard’s Afterlives, Bloomsbury.
  • Fabjan, Peter (2021). Ein Leben an der Seite von Thomas Bernhard: Ein Rapport, Suhrkamp.

Misc

On ‘Walking’ (Gehen), 1971

Coma (2022) | Notes

I guess I’ve seen the first screening of this film in Berlinale. I just noticed that it doesn’t even have a movie poster as of this moment. After some time, it was the first film where I attended a Q/A session with the director and the actors. My first non-open-air-cinema Berlinale experience after the compensation screenings in 2021.

It tells the story of a teenage girl during the pandemic spending her time at home while watching a YouTube influencer (Patricia Coma) videos, doing video calls and Zoom discussions about serial killers with her close friends, dreaming of some sitcom plays with her dolls and spending the nights in a forest in her dreams/nightmares where she re-encounters people from her virtual daily life. Her story is covered with a prologue of experimental lockdown short by Bonello and an epilogue from some found-footage about the climate crisis, both subtitled with a letter by Bonello to her daughter underlining the hopes about a better future.

The whole film felt like a series of random and inspirational decisions taken by the director in terms of the plot-building. I can’t say that I got a cohesive understanding but the state of mind and the need for the instantaneous intervention to the pandemic effect was transmitted well enough. As an intrigued viewer, YouTube, amateur celebrities, niche messenger communities deserve more attention in cinema and literature in my opinion.

The vast imaginary realm that Patricia Coma (Julia Faure) brings to the film was immersive. Replicating this kind of action with an intermediary device (such as transposing a YouTuber to a film character) is mostly a hard thing to do but when it’s succeeded, it pays off. The favorite scene of mine was during the Zoom call that the protagonist makes with her friends while Patricia was watching them in the movie theater. At first, it may look like a cheap alienation tactic but it worked quite well in this scene while the Zoomers were having a disturbingly violent conversation that invites the audience as a spectator to a private chat.

How To Act On Reality TV | Notes

My dear friend H. whom I owe many of my personal interests in film and music, has been spamming me about John Wilson for a week or two. Wilson has a docuseries called How To with John Wilson that I’ll watch soon if I find a legal way, but How To Act On Reality TV was the introduction to the filmmaker for me: it documents a workshop by a media professional who helps people planning to join to Reality TV. He gives tips to the participants about how to introduce themselves better and improve their self-expression, educates them about how the producers and the audience desire to see them on screen, and warns about the pitfalls to avoid acting while being hyper-authentic. Of course, the video itself is a great example of Reality TV. The whole workshop is recorded similarly. In addition, there are some familiar missions for the participants such as trying to get phone numbers from strangers in a park or a sudden singing performance on a supermarket aisle. On the other hand, the camera —and the editor— does not avoid including the scenes about the participants yawning. All in all, we need boredom too.

He manages to achieve exactly the sweet spot where authenticity intersects with essayistic intent. As the trainer says, “it’s the improv factor, that I like most… it’s also an opportunity to serialize in a way where documentaries can’t… I guess I’m not patient enough.” I felt that it was the very reason why I, and I think several other people, like YouTube or any other sort of personal content.

How To Act On Reality TV | Vimeo