Blanchot, Yazı, Gözlem ve İmleme

Birkaç yıl geçtikten sonra yine hiçbir şey anlamadan Blanchot okumaya kaldığım yerden devam ediyorum.

“Ve işte yazdığından çok gözlemleyen bir adam: bir çam korusunda dolaşıyor, bir eşekarısına bakıyor, bir taşı yerden alıyor. Bir çeşit bilgin bu ama bilgin bildiği şey önünde, bazen de bilmek istediği şey önünde kendini siler, insanların hesabına öğrenen bir kişidir o: o ise, nesneler tarafına geçmiş, kâh su oluyor, kâh bir çakıltaşı ya da bir ağaç; ve gözlem yaptığında, şeylerin hesabına yapıyor, betimlediğinde, betimlenen şeyin kendisi oluyor. Oysa bu dönüşümün son derece şaşırtıcı özelliği burada, çünkü bir ağaç olmak, ki kuşkusuz bu mümkündür, peki ya ağacı konuşturmak, bunu hangi yazar başarabilirdi? Ama Francis Ponge’un ağacı Francis Ponge’u gözlemlemiş olan bir ağaç ve o, o ağacın onu betimlediğini hayal ettiği şekliyle betimleniyor. Tuhaf betimlemeler. Kimi özellikleriyle, tamamen insanî gözüküyorlar: çünkü ağaç sadece bildikleri şeylerden söz eden insanların zaaflarını biliyor; ama pitoresk insan dünyasından ödünç alınmış bütün bu başkalaşımlar, imgeyi oluşturan bu imgeler, gerçeklikte şeylerin insan üzerindeki bakış açısını, kozmik yaşamla ve tohumların gücüyle canlanmış bir sözün tekilliğini temsil ediyorlar; işte bu yüzden bu imgelerin, bazı nesnel nosyonların yanında –zira ağaç biliyor ki iki dünya arasında bilim bir karşılıklı anlaşma alanıdır– toprağın dibinden gelmiş hatıralar, başkalaşım halinde olan ifadeler, açık anlamın altında bitkisel büyümenin kalın akıcılığının sızdığı sözcükler kayıyor. Yetkin şekilde imleyici, anlamlayıcı bir düzyazının ürünü bu betimlemeleri anladığına kim inanmaz ki? Kim onları edebiyatın açık ve insanî yanının hesabına yazmaz? Ve bununla birlikte onlar, dünyaya değil, dünyanın altına aittirler; biçim için değil, tersine biçim olmayan için tanıklık ederler ve anlaşılmaz olan ama bir anlamı gizleyen Dodona ağacının[11] kahinsi sözlerinin tersine –o da bir ağaç– ancak onlara nüfuz etmeyen kişi için açıktırlar: bu sözler ancak anlam eksikliklerini gizledikleri için açıktırlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, Ponge’un betimlemeleri, dünyanın tamamlanmış, Tarih’in sona ermiş, doğanın neredeyse insanî kılınmış olduğunun varsayıldığı anda başlar, şey sözün önüne gelir ve şey konuşmayı öğrenir. Ponge, dünyanın kıyısında, hâlâ dilsiz varoluşla, biliyoruz ki, varoluşun katili bu sözün karşılaştıkları patetik ânı suçüstü yakalar. Dilsizliğin dibinden, tufanın öncesinde gelmiş bir dilin çabasını işitir ve kavramın açık sözünde doğal öğelerin derin işleyişini tanır. Böylelikle, günden önceki varoluşu değil de gün sonrası varoluşu ifade ederek, ağır ağır söze doğru çıkan şeyle ağır ağır yeryüzüne inen sözün aracı istenci olur: dünyanın sonunun dünyasıdır bu varoluş.”

11. Yunan mitolojisinde kâhinlerin yapraklarının hışırtısına bakarak gaipten haber verdikleri ağaç (ç.n.).

Maurice Blanchot, Kafka’dan Kafka’ya, çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, 2020 [1981], s.58-9.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *