Minör yaşam, ‘delirme’, Brecht’den kalanlar, dışarlıklı müzisyen, linç, sürüden ayrılma, şiddet, romantizm, medya gösterisi, turizm, bireysel kurtuluş, sol melankoli, romansal hakikat, başkasının yaşamı ve daha nice anahtar kelimeler.
“Dikkat: Aşağıda okuyacağınız yazı, müzisyen Ergüder Yoldaş’ın Büyükada çöplüğünden polis, zabıta, doktor, hemşire ve haberciler tarafından derdest edilip, helikopterle akıl hastanesine götürülüşünü anlatıyor. Yazıda “tırnak içinde” okuyacağınız ifadeler o günlerde çıkan gazetelerden aynen alınmıştır.
Bundan dört yıl önce toplum yaşamından her anlamıyla vazgeçerek Büyükada’nın arkasında sapa bir yerde, plastik ve ambalaj kutularından derme çatma bir kulübede inzivaya çekilen müzisyen Ergüder Yoldaş’ı hafızamızdan artık tamamen silmişken, birdenbire televizyon ekranlarında “Cuma’sız Bir Robinson” kılığında görünce pek çok kimsenin, bir an için bile olsa, midesi bulandı, başı döndü. İşte, toplu yaşamın ortak nabzının yakalandığı an!
Dudağında külü epey uzamış bir sigara, kaşlar dalbudaklanarak göğe yönelmiş, saçlar yapağı şeklinde, bakışlar kısık, mavi, ürkek. Alnı, yüzü kırış kırış, gözlerinin altında torbacıklar, sağ şakağında derin bir çizik mi var (yoksa darp izi mi, kan oturmuş), ağzında bir tane diş kalmamış.
Evet, hayat bir seçimdir, ama bu kadarı da olmaz ki! “Doğaya, geçmişine ve belki de geleceğe meydan okuyor!” O, her tür iktidara karşı duruşu, reddedişi temsil ediyor. İktidar sahiplerine, iktidar taliplerine ve medyaya göre ise bir düşüş. “Acz içindeki bu adam” eğer Ergüder Yoldaş olmasa sorun yok. (Onlardan o kadar çok ki, üstümüze yıkılıyorlar, kaldırımlarda ayaklarımıza dolaşıyorlar da, buna rağmen bize küçük bir tiksinticikten öte fazla bir rahatsızlık vermiyorlar.) Ama bu kişi Ergüder gibi bir ‘sanatçı’ ise durum farklı. Üstelik o, müzik dehasının yanı sıra “modern matematik, fizik, mantık, estetik, Marksizm ve epik tiyatro konularında engin bilgiye sahipse” böyle saçma sapan bir yaşamı tercih edemez. Aksi halde o bir kayıptır, sanatçı olduğuna göre herkes için bir kayıptır.
Öyle ise elbirliği ile Ergüder Yoldaş’ı kurtarmak lazım. Ama kurtarmadan önce ona şimdiki halini mazur gösterecek, rating’i topuğundan, tirajı gözünden vuracak şefkatimize layık bir biyografi yazmak gerekiyordu. Geçmişi tarandı, şimdiki çılgın seçiminin ipuçları yıllar öncesinde arandı. Bulundu da, zaten o, o kadar uçuk biriydi ki, vaktiyle “bir sabah, iki rakı şişesinden birine tuz, diğerine şeker koyup sulandırdıktan sonra, bir iple bağlayıp boynuna asmış, bir eline üç patates, diğer eline de sarı bakkal defterini aldığı gibi Laleli yokuşunu bir aşağı bir yukarı yalınayak halde koşmuş, Aynalı Hamamın orada üç kere etrafında döndükten sonra, ‘Brechtvari bir deneme’ yaptığını söylemişti.”
1970’te bir trafik kazasında kaybettiği annesinin ölümünü o sırada bulunduğu Afrika’da haber almıştı, cenazesinde bulunamadığı için “büyük bir suçluluk duygusuyla kıvranıyordu”. 1958’de konservatuvarı terk edip Avni Dilligil’in tiyatrosuna girmiş, bir turne sırasında otobüsü Asi nehrine uçmuş, İskenderun’da bir ay hastanede tedavi görmüştü. Aynı yıl, ona iki evlat veren ilk eşiyle 16 yıl sürecek evliliğini yaptı. Özellikle Attila İlhan’ın şiirlerinden yaptığı “bestelerine uygun” bir ses ararken, kader önüne Nur Yoldaş’ı çıkarmıştı. “Onunla evlenebilmek için yuvasını yıktı, hayatının on yılını adadığı bu kadından” bir oğlu oldu. “1983’te gittikleri İzmir Fuarı’nda Nur Yoldaş, Remzi Baba Restoran’da şarkı söylerken, Remzi Baba’nın oğluna aşık olunca, boşandılar. Artık sık sık seyahat ediyordu, hiçbir yere ait olmama duygusu depreşmişti. Aşırı alkol sonucu depresyona girerek, İzmir Amatem’e yattı.” Sonra iki kez Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ve 1991’de de Bakırköy Amatem’de tedavi görmüştü.
Bu biyografi çok tuttu. Ergüder Yoldaş’ı bulmaktan öte, adeta ‘keşfeden’ ne kadar paparazzi varsa, soluğu Büyükada çöplüğünde aldı. (Halbuki o 1991’den beri Ada’da, bu halde yaşıyordu ve bu da 93’ten beri yaygın olarak biliniyordu. Ama toplum vicdanına tercüman olduğuna vehmeden medya, ona, burnu biraz daha sürtsün diye iki üç yıl opsiyon vermişti.)
Artık aklı başına gelmiştir kanaatiyle Ergüder Yoldaş’ın üstüne çullandılar. Giderken yanlarına, “yıllar önce terk ettiği” çocuklarını, kız kardeşini, “iyileştikten sonra” şöhret yapacağı, Nur Yoldaş rolünde eski öğrencilerinden birini, ayrıca iş teklifleri ve -n’olur n’olmaz diyerek- iki de polis aldılar. Onu Ada’nın arkasındaki Kurşun Burnunda “defne yapraklarının çam kokuları arasında uçuştuğu bir ortamda, dalgalarla söyleşir, martılarla yarenlik ederken buldular. En büyük isteği, Orhan Veli’nin şiirindeki özgürlüğün kendisinden esirgenmemesiydi: ‘Gün olur alır başımı giderim / Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda / Şu ada senin bu ada benim yelkovan kuşlarının peşi sıra’ şiirinde olduğu gibi. Ergüder Yoldaş, çalılar arasına sakladığı barınağında mutluydu. Ancak onu sevenler sefalet içinde acılar çekerek saklanışına razı olamazdı.”
Dr. Muzaffer Kuşhan derhal adaya hareket etti. Polonezköy’deki “görkemli Sağlık Merkezi’nde, onunla birlikte çalışmaya karar vermişti. Önce sanatçı biraz zıtlaştı, karşısındaki kimdir bilmiyordu ki! Kuşhan Sağlık Tesisleri! Etine dolgun, vakti yerinde konuklar burada yüzüyorlar, spor yapıyorlar, yiyip içmelerini disiplin altına alıyorlar, böylece fazla kilolara elveda diyerek, tesisten ayrılıyorlardı. Ergüder Yoldaş, zayıflayarak sağlığına kavuşma uğraşı verenlere öğlenleri yemek müziği, akşamları dans müziği çalacaktı. Bu çok cazip bir teklifti. Çünkü tabaklarında marul, maydanoz gibi ottan başka yiyecek bulunmayan insanların hiç olmazsa, müziğiyle ruhlarını tıka basa doyuracaktı.”
Onu normal hayata çağırdılar. Uçukluğun da bir sınırı vardıra ikna ettiler. Ayrıca onu dünyadan da haberdar ettiler: “Ergüder Yoldaş, bir kadın başbakanımız (Tansu Çiller) olduğunu üç ay önce, Refah Partisi’nden Recep Tayyip Erdoğan’ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğini ise o gün paparazzilerden öğrendi.”
Kurtarma operasyonu 20 Ocak 1995 Cuma günü, soluk kesen, fırtınalı, ayaz bir günde gerçekleştirildi. Reyting avcıları Büyükada’ya denizden ve havadan kafileler halinde geldiler. Pata-pata helikopterler kaldırdılar. İşte, halkın nabzının yakalandığı an bu andı. Kaşları dal budaklanarak göğe yönelmiş, saçları yapağı şeklinde savrulan, bakışları kısık, ürkek, alnı, yüzü kırış kırış, gözlerinin altında torbacıklar, sağ şakağında derin bir yarık, kan oturmuş, belki de darp izi, dudağında sönmüş sigarasıyla hemşirenin kolunda başını kırıp, helikoptere bir binişi var ki, yavaşlatılmış çekimlerle yüzlerce kez gösterildi televizyonlarda.
“Sonra yıkadılar, pakladılar, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırdılar. Kamuoyuna yansıyan haberlerde, ‘tedavi kabul etmediği’ açıklandı.” Paparazziler bu defa Bakırköy’e hücum ettiler. Onu hastane demirbaş pijamasıyla Düşünen Adam heykelinin önünde volta atarken, koğuşunda, ranzasına uzanmış halde, hemşirenin uzattığı diazemi paşa paşa kabul ederken veya grup terapi sırasında fotoğrafını çekeceklerdi. Ancak çok şaşırtıcı bir şey oldu: Doktor açıklamasına göre “Ergüder Bey’in tedaviyi gerektirecek hiçbir ciddi sorunu bulunmuyordu. O tamamen bilinçli olarak şimdiki yaşam biçimini seçmiş, genel bir sağlık taramasından sonra da hemen taburcu edilmişti.”
Paparazzilere bu defa Polonezköy’ün yolları gözüktü. Onu beş yıldızlı Kuşhan Sağlık Tesisleri’nde, billur sesli öğrencisiyle piyano başında görüntülemek istiyorlardı. Fazlasını gördüler: “Ergüder Yoldaş dört yıllık sakalını üç gün önce kesmişti. Tam deklanşöre basacaklarken, ‘durun tıraş olayım, öyle çekin’ dedi. Üç günlük sakal Yoldaş’ı rahatsız ediyordu. Bu değişimin nedenini sorduk. ‘On yıllık öğrencim yüzünden, hocam şurasını biraz keselim, burasını biraz düzeltelim deyip duruyordu. Ben de toptan kestim, kurtuldum’. Yüzü, gözü meydana çıkmıştı, meğer cam gibi mavi gözleriyle ne kadar yakışıklı bir adammış.”
Ergüder Yoldaş ile “billur sesli öğrencisinin” daha şimdiden birçok kaset ve klip teklifi aldığını da öğrendikten sonra, paparazzilerden en vurucu soru geliyor: “Burada mı yoksa adada mı daha mutlu olduğunu soruyoruz; ‘Çalışıyorum, üretiyorum. Elbette burada daha mutluyum’ diyor. Dört yıllık ada kaçamağı, 40 yıllık müzisyenin pırıltılı geçmişini perdeleyecek değil ya!”
Ergüder Yoldaş Polonezköy’de anılan tesiste ve Tünel’e giderken Garibaldi adlı bir barda kısa bir süre çalıştıktan sonra tekrar adaya kaçtı. Ancak bu haber ne medyada, ne de kamuoyunda hiç ilgi görmedi. Artık peşini bıraktılar, onu kurtarmaktan vazgeçtiler, pes ettiler, ne halin varsa gör dediler. O şimdi üç duvarını ördüğü, çatısını örttüğü tek odalı evinin, Sivriada’ya bakan ön cephesindeki ince işlerle meşgul. Bizimle beraber yaşamak istemeyen birine ‘bakmak’ isterseniz, adanın bütün faytoncuları yerini biliyor, aman pazarlık edin, 600 bin liradan kuruş fazlasını kabul etmeyin. Bisikletle de gidebilirsiniz, yürüyerek de, hem spor olur. İnanmayacaksınız ama tabelası da var:
“Ergüder Yoldaş’ın yerine gider.”
Ümit Bayazoğlu, Uzun, İnce Yolcular: 37 Portre, Yapı Kredi Yayınları, 2004, s. 174-8.