blog üzerine III

blog tutmanın bir gazeteye, internet sitesine, sosyal medya uygulamasına ya da başka bir kurumsal yapıya yazı teslim etmekten bir temel farkı yazdıklarını yıllar sonra dönüp değiştirebilmek, sekiz yıl önce yazılana editöryal müdahalede bulunabilmek. günlükten makaleye geçememişler blogger olmuş gibi. bunun hem kötü yanları var, hem de güzel.

Blog üzerine II

Bugün burada blog tutmanın bana verdiği zevke dair bir şey keşfettim. Şimdi pek yapmıyorum ama eskiden sık sık okuduğum kitaplardan hoşuma giden parçaları biraz da hatıra niyetine buraya geçiriyordum. Türkçe basılmış kitaplarla aramıza mesafe girmesi bırakmamda etkili oldu. Epeydir bir kitabı önüme açıp, klavyemin altıma kıstırıp, sesli okuyarak yazıya geçirmedim.

Ara sıra bu not defteri gibi kullanmaya çalıştığım blog’a girip bir isim yazıp ya da rastgele bir post açıp bir kitap alıntısı okuyorum. Bu alıntıyı okumak bana genelde yeni bir şey gibi geliyor çünkü okuduğum şeyi hatırlamıyor oluyorum. Bazen kitabı bile unutmuş oluyorum. Durumun beni şaşırtmasının sebebi bana sanki daha önce sevip unuttuğum bir şeyi tekrar karşıma getiriyor oluşu. Belki şimdi okuduğumda saçma bulacağım, belki anlamayacağım, belki yine etkileneceğim. Hepsi de oluyor. Bazen o notu buraya geçiren kendimi küçümsüyorum, bazen neden o alıntıyı geçirdiğimi anlamıyor ya da anlamadan geçirdiğimi düşünüyor, bazen de ah be ne güzel metinmiş diyip tekrar keşfediyorum.

Bunun bir örneğini geçenlerde blogdaki Bayazoğlu, Ergüder Yoldaş ve Normalleşme Üzerine yazısına denk gelip okurken yaşadım. Hayal meyal hatırlıyordum bu pasajı ama detayları kalmamış aklımda. Okuyunca Bayazoğlu ne yapıyor diye merak ettim, epeydir bakmamıştım, yeni bir kitap yazmış Arap Kızı Camdan Bakıyor diye, merak ettim. İyi de bir söyleşisi varmış, şansıma, onu dinledim biraz fikir edinebildim.

Böyle bir not alma pratiği okuyup geçmişte kalan bir kitabın hatırlanmasına dair aşındırıcı bir etki de yapıyor, her şey toz pembe değil. Hiç akademik ya da sistemli bir okur olmadığım için, okuduğum metinlerin ana fikirleri, hipotezleri, soruları pek aklımda kalmıyor. Böyle bir iki uzun pasajı da ayırıp kitabı temsil eden bir şekilde kayda geçirdiğimde sanki kitap bu alıntıdan ibaretmiş gibi bir izlenime mahkum ediyorum kendimi. Neredeyse hiçbir zaman alıntının kendisi kitabı temsil edebilecek kapsamda olmuyor. Daha ziyade kitabın çok sapa bir noktası oluyor hatırlamayı seçtiğim kısım. Örneğin Bauman’ın Küreselleşme kitabından taşıdığım Turistler ve Aylaklar bölümü gibi. Kitabın genel tezlerine katkı yapmak için verilen örneklerden belki de en minör olanlarından. Ama sanki başka bir estetik değer taşıyor gibi hissediyorum. Belki de tekrar baka baka o değeri ben kafamda kurup atfettim. Uzun süre bir diziyi izleyince artık dizi iyi de olsa kötü de olsa karakterlere yapılan duygusal yatırımın sonucu olarak o diziyi hiç izlememiş birine göre farklı bir hisle izlemek gibi.

Bunun adına Blog Üzerine II dedim, geçmişte bir blog alıntısı yapmışım çünkü birincisini birkaç yıl önce Crary’nin 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu kitabından yapmışım.

Crary, Blog Üzerine

Blog’a eklediğim kayıtlar tam da blog girdisi sayılmazlar. Başta telif hakkı ihlali, bunun yanı sıra tembelce girişilmiş arşiv, günlük ve yazı denemelerinden oluşuyor içerik. Kişisel ve mahrem dijital alanımda dosyalamak yerine, yarı-kamusal bir alana açma sebebim ne? Sıradan koşullarda hiç kimse girip okumayacak olsa da bir gün çok isabetli bir arama motoru aramasında birisi böylesi alıntılar ya da yorumlarla karşılaşmaktan anlık bir haz alabilir. Aşırı kişisel bir karşılaşma gerçekleşebilir, birden veriye dönüşebiliriz. Tanınma çabası, sibernetik sosyalleşme ve anahtar kelimelerin korunaklı ağırlıkları ardına saklanma da cabası.

Ziyaretçi verisini işleyen Google Analytics, her gün birkaç kişinin blog’u ziyaret ettiğini, anında çıkma oranlarının 90% civarında olduğunu söylüyor. İnternette aradığını bulamadığın, birkaç saniyelik bir tıklama ve vazgeçme anı. Bir günde kaç kere başımıza geliyor kim bilir bu talihsizlik. Siber-alanda yol aldıkça tatminsizlik biriktiriyoruz. Sonra yığıntıda birden komik ya da ilgi çekici bir şey karşımıza çıkıveriyor.

Blog tutmak üzerine kitaplara ve makalelere bakınca —ve ‘içerik üreterek nasıl bir ayda 3000$ kazandım, siz de kazanın’ yazılarını eleyince— karşılaştığım genel eğilim bu eylemin narsizmine dair yorumlar ve incelemelerden oluşuyor. Sosyal medya eleştirisi yapan yazarlar bunu politik, ekonomik ve psikolojik bir gayri maddi emek sömürüsü —ve kendini sömürü—, apolitizm ve kolektifliğin dışına düşme hali olarak okuyorlar. Haklı buluyorum. Sözünün değeri olmadığına bir inanç ile söz etmekten imtina edememenin arasında kıskıvrak kalmış, kilitsiz, kapağı yoktan gelen sert rüzgarla açılan bir hatıra defteri yazmak gibi.

Müthiş tempolu ve istikrarlı bir okur olan Tony’nin dünya edebiyatından okuduklarını paylaştığı blog’unun alt başlığı: “yazar olmak için çok tembel, sessiz kalmak içinse çok egoist”. Tony, Melbourne’de yaşayan bir İngiliz’miş, Kore ve Japonya edebiyatını yakından takip ediyor, bense onun okurluğunu izliyorum. Öte yandansa tam emin olamıyorum, Nijeryalı yazar Teju Cole Hırsıza Her Gün Bayram kitabını blog’una yazdığı yazıları toparlayarak çıkardığını söylüyordu. New York’tan memleketine döndüğünde karşılaştıklarını blog’unda yaza yaza bir deneme/biyografi yazarı oluvermiş, fotoğraflı romanı sadece ismen ve şeklen de olsa Sebald ile birlikte anılmaya kadar götürmüş onu. Mesleğinin yazarlık olması belki bu örneği farklılaştırıyordur. Birden beliren büyük ihtimalle yanlış düşünce: yurdu kayanlar daha çok blog tutuyor.

Crary, sorumluluğun ve ötekinin terk edilmesi olarak görüyor blog’u. Katılıyorum, özellikle de apolitik bir eylem olmasına. Sadece, bu ret içinde başka tür bir sorumluluğa ve ötekiyle karşılaşmaya imkân veren olasılıklar barındığını da düşlüyorum. Henüz her şeyimizle kontrol altına alınamadık, iyi ya da kötü bir şeyler denemeye alanımız var. Belki de yok, her şey buraya kadar.

1990’larda neoliberalizmin doğuşuna eşlik eden denetim biçimleri, öznel etkileri ile ortak ve kolektif olarak desteklenen ilişkileri yok etmeleri bakımından daha işgalcidir.  7/24 beklemesiz bir zaman, talep üzerine bir ânındalık, başkalarının mevcudiyetinden yalıtılma yanılsaması sunar. Yakınlığın beraberinde getirdiği, başka insanlara karşı sorumluluk, kişinin günlük rutinleri temaslarının elektronik olarak yönetilmesiyle kolaylıkla atlanabilir artık. Belki daha da önemlisi, 7/24 doğrudan demokrasinin her biçimi için elzem olan birey sabrı ve saygısını köreltmiştir: başkalarını dinleme sabrını, konuşmak için sıranın sana gelmesini bekleme sabrını. Blog fenomeni, başka birini bekleyip dinlemenin gerekli olması ihtimalinin ortadan kalktığı tek yönlü olarak olarak kendi kendine çene çalma modelinin -daha nicesi olan- zaferlerinden biridir. Dolayısıyla blog tutmak, ne gibi niyetlerle olursa olsun, “siyasetin sonu”nu ilan eden daha pek çok şeyden biridir.

Jonathan Crary, 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu, çev. Nedim Çatlı, Metis Yayınları, 2015 [2013], s. 121.