“Bireysel psişenin sürekli yinelenen sistematik incelenmesine, olsa olsa kolektif psişenin kıyılarından geçilerek ulaşılacağını sezinler gibiyiz. Freud’u sosyolojik bir eser vermeye yönelten şey, yalnızca sahip olduğu üstün zekâ ya da toplumsal fenomenlere duyduğu ilgi değildir. Tam aksine, dürüst olmayı ve dolayısıyla keşiflerinin tüm sonuçlarını derinleştirmeyi isteyen Freud’un hastalarıın semptomatolojisinde etkin olduğunu gördüğü toplumsalın inşası (medeniyet, mitler, dinler ve grup) sorununu görmezden gelemeyeceğini ileri sürebiliriz. Çağdaş epistemolojinin şu temel düşüncesi, yani hangisi olursa olsun herhangi bir alanın dikkatli ve önyargısız incelenmesinin bizi “daha önce orada olmuş” ve her zaman mevcut olan diğer alanlarla doğrudan iletişime soktuğu fikri doğrulanmış olmaktadır. Bu kesinliğin farkına varılmasını, yalnızca disiplin körlüğü ve çok iyi tanınmayan mecralarda serüvene atılma korkusu engelleyebilir. Tanınmayan ya da çok az tanınan bölgelerde serüvene atılmış olması Freud’un cesaretini ve yeteneğini gösterir. Benim yazmakta olduğum şu anda, bu cesaretin herkesin cesareti haline gelmesi gerekmektedir. Eğer sosyologlar gerçekten politikanın işleyişini çözümlemek istiyorlarsa, mitlerin, irrasyonel güçlerin ve grup içindeki karar alma süreçlerinin çözümlenmesini de yapmak zorunda olduklarını çok iyi bilirler; iktisatçılara gelince, onların da devlet, ekonominin kültürdeki yeri, üretim arzusu ve imgelemi gibi sorunlarla ilgilenmesi gerekir; psikososyologlarsa “grup” psişesine, kurumlara, insan eylemlerinin tarihsel oluşumuna ilişkin sorunlarla ilgilenmek zorundadır. Araştırmacılar kendi ayrıcalıklı alanlarını ne kadar kazarlarsa, kazdıkları ölçüde karşılarına başka alanlar çıkar. Bunun başka türlü olması da beklenemezdi, eğer başka türlü olsaydı, cezası kısırlık olurdu. Kapsayıcı olmayan bu sıralamanın tek amacı, diğerlerinin ardı sıra insanın bütünlüğünün ve fenomenlerin algılanışında yeni bir tarzın gerekliliğinin altını bir kez daha çizmektir. Bu yeni kavrayış bir tarzın gerekliliğinin altını bir kez daha çizmektir. Bu yeni kavrayış tarzının engellerle karşılaşacağı ise kesinliğin ta kendisidir. Bu kesinlik, Max Planck’ın “Yeni bir bilimsel hakikat, karşıtlarını ikna ederek, onların ışığı sezinlemelerini sağlayarak değil, ama karşıtları bir gün öleceğinden ve kendisini yakından tanıyan yeni bir kuşağın doğacak olmasından dolayı başarıya ulaşır,” dediğinde anımsattığı bu kesinliktir. Her ne olursa olsun, zaten çok sayıda “emekçi”yi bir araya getirmiş olan böylesi bir girişimin devam ettirilmesi gerekir. Burada, insanın en mahrem yanının bizi toplumsal olanın en temel boyutuna gönderdiğini, toplumun en temel sorunlarının bedenlerde ve psişede kayıtlı olduğunu göstermek isterim. Bu sorunların bütünü, bizi, her toplumsal birimin olduğu gibi her insanın da yok olma ya da yalnızca dışplazma, folklor ya da fosil halinde varlığını sürdürme pahasına yanıtlamak zorunda olduğu sorunlar olan ve olmaya devam eden aşk (büyüleme, baştan çıkarma, karşılıklılık), (yaratıcı ya da yabancılaşmış) çalışma, (olumsuzu işlemesinde ya da yıkıcı eserinde) ölüm, değişmeme ve değişme sorunlarıyla doğrudan doğruya ilişkiye soktuğu ölçüde bizim için ilksel fenomenler olan iktidara ve toplumsal bağa ilişkin fenomenlerde yoğunlaşır.”
Eugène Enriquez, Sürüden Devlete: Toplumsal Bağ Üzerine Psikanalitik Deneme, çev. Nilgün Tutal, Ayrıntı Yayınları, 2004 [1983], s. 28-9.
Webster, F. (2014). Theories of the Information Society (4 ed.). London & New York: Routledge.
Webster’ın kitabının 11. Bölümü olan “Enformasyon, düşünümsellik ve gözetim: Anthony Giddens” (Information, reflexivity and surveillance: Anthony Giddens) için sunum notları.
Giddens (1938 – )
Kariyerini sosyal teori ve modernitenin (17. Yüzyıldan bugüne) gelişimine adamış bir sosyolog. Sistem içi bir düşünce insanı. Tarihselcilik ve empirisizm karşıtı. Yorumsamacı denilebilir mi?
70’lerden günümüze çalıştığı konular: structuration theory (katmanlaşma, yapılanma), tarihsel sosyoloji, düşünümsel (reflexive) modernleşme, üretilmiş belirsizlik (manufactured uncertainty) hüküm sürerken alınan kararlar, pratik sonuçları üzerine çalışıyor.
3rd way (üçüncü yolculuk) ile ilişkilendirilir akademi dışında (New Labour, Bill Clinton, Tony Blair…). Son yıllarda politik mücadele alanına geçti. Önce sosyoloji tarihi üzerine, sonra yapılanma, sonra modernite, düşünümsellik, risk; şimdilerdeyse reel politik üzerine çalışıyor. Dijital devrim(?) üzerine de yazıyor.
Enformasyonun önemine dikkat çeken öngörüleri için konu ediyor Webster:
Enformasyon savaşı
Gözetim ve demokratikleşme
Giddens direkt enformasyon toplumu üzerine yazmaz, şüphe ile yaklaşır: Dönemi Radikal Modernite olarak adlandırır, modernite ile ilişkilendirilen özelliklerin artan bir hızda gelişimini görür.
Modern toplumlar başından beri bilgi toplumuydular. (Webster’ın çekincelerine uygun.) Enformasyonlaşan ilişkiler üzerine düşünülmeli fakat “yeni” bir enformasyon toplumuna girmiyoruz diye düşünür.
Modernite problematiği: Klasik sosyal teorisyenlerle ilişki içinde: Marx, Durkheim, Weber. Onlar gibi modernitenin ortaya çıkışıyla sosyolojinin de ortaya çıkışı ve amacını inceliyor: “geleneksel” toplumlardan kopuş:
Fabrika üretimi
Bürokratikleşme
Kentleşme
Bilimsel üretimin yükselişi
Doğayı yeni görme biçimleri
Kurumsal ve davranışsal dönüşümler…
Giddens Marx (kapitalizm), Durkheim (endüstrileşme), Weber (rasyonelleşme) yorumlarını yetersiz, basitleştirici bulur. Onların kenara ittiği iki ana meselesi vardır:
Yükselen gözetim
Şiddet, savaş ve ulus devlet
Gözetim fikri Foucault ve Weber’den etkilenir.
Enformasyonun kökeni, önemi ve gelişimine dair ilginç bir perspektif sunar.
Organization, observation and control
Hayat geçmişe oranla büyük ölçüde daha (organized) kurulmuş, organize.
Fakat bu demek değil ki, önceden daha özgürdük. Çok ciddi başka sorunlar vardı (açlık, doğa korkusu, kadınlara doğurma baskısı, yönetenlerin direkt baskısı, sınırlar..) Rousseau’cu bir “world before chains” hali yoktu.
Günümüzün rutin ve sistematik yönetilmişliği hapishanede yaşıyoruz anlamına gelmez. Artan özgürlüklerin daha iyi organizasyonel becerilerle ilişkili olduğu bile söylenebilir. Fakat başlangıç noktası şu:
“Yaşam önceden olduğuna oranla, çok daha organize olmuş durumda.”
Modern yaşamın organizasyonel becerileri: Eğitim sistemi & Besin alışveriş sistemi. Çok daha karmaşık örnekler verilebilir. Biz de bu organizasyona “güveniriz”.
Bölümün de teması olarak: Yaşam bilgisini sistematik olarak toplamalıyız, toplumsal bir yaşam sürebilmek için insanları tanımamız gerekir. “Rutin gözetim” efektif organizasyon için gerekli. Neyi ne kadar tüketirler vs. (Soru: bu günümüzde dönüşen bir şey olabilir mi? Aslında belki de gerekli değildir. Biten kaynaklar ile bitmeyen kaynaklar arasındaki ayrımı düşünebiliriz burada. Yemeği, çamaşır makinesini vs. kaç kişinin alacağı düşünülürek üretmek mantıklı ama bilgiyi böyle üretmeyiz. Burada fiziksel olan ve enformasyonel olan arasında bir ayrım konulabilir.)
Organizasyon ve Gözlem bir ikiz olarak modern toplumda birlikte gelişmişlerdir.
Yaşam gittikçe “gömülü” (embedded) olmaktan çıkıyor, “topluluk”lara ve “doğa”ya bağımlı değil. Böyle zorunluluklar geçip gitmiş durumda. Kollektif olduğu kadar kişisel kararlar da alınabiliyor. Bunun sonucu: kaderin, “bu iş böyle yapılır” vaazının inanılırlığını kaybetmesi. Doğal limitler zorlanıyor, ahlaki iddialara karşı geliniyor (Soru: bu çok önceden de olan bir şey değil mi? Yeni “popülerleşmiş” olabilir mi?).
Şunun insanlar hep farkında sürekli: Karşımıza gelen şeyler verili değil, toplumsal olarak kurulmuş.
Moderniteyle birlikte yükselen seçim fırsatları şunu çağrıyor: yükselen bir düşünümsellik. Fakat bununla birlikte gelen de yükselen bir gözetim (bilgi toplama).
Din de böyle bir duruma geldi, dine inanmak için insanların o dine dair bilgi alması gerekiyor. (Weber miydi, din de 1 günlük kültürel bir pratik haline geldi diyen?).
Seçim ancak olanaklara dair bilgi edinildiğinde elde edilir. Bu noktada medyanın rolü de artıyor.
Gömülü olmaktan çıkış (disembedding) artan bir düşünümsellik talep ediyor, geleceğe dair de önemli sonuçları var:
Risk yönetimi gerekiyor. (Evlilik öncesi birlikte yaşama üzerinden örnekler.)
Devlet & Şirket çevre, ulaşım, tarım vs. üzerine çalışırken de aynısını yapar: gözetim ve bilgi toplama
Paradoks: Geçmiştekilere göre yapabileceklerimizin sınırları çok daha geniş. Hayatlarımız üzerinde özgürlük ve kontrol haklarımız var. Fakat yine de onlara göre daha az emin, şüpheci, kararsız, belirsiz bir durumdayız. Geleneksel sonrası toplumda yaşam paradoks dolu.
Bugünkü dünya enformasyona dair doymak bilmez bir iştahla dolu, tüm gelenekleri sorgulayan, hayatı her aşamasında “kontrol altına almaya” çalışan bir mentalite. Kurumsal, siyasal ve kişisel olarak.
Paradoxes of modernity
Gözetim hakkında yazanlar hep olumsuz yaklaşırlar. Weber örnek verilebilir.
“Specialists without spirit, sensualists without heart”, “mechanised petrification”, “iron cage”, “rational-legal organization”.
Bunlar ışığında bir ayrım yapmak gerekli:
Individuation (bireyleşme, fert olma): Herkesin bir kişi olarak, tekil bir kayıt altına alınması, isim, doğum tarihi, iş yaşamı, tc kimlik vs.
Individuality (bireylik, bireysellik): Kendi kaderini elinde tutma, kendi isteğini yapma, yaşamında kontrol sahibi olma, -fakat toplumsal örgütlenmeyle tahlike altına girmiş durumda
Bu ikisi birbirine karşıt bir biçimde gelişmekte. Bireyleşme arttıkça bireylik olumsuz etkileniyor. Öte yandan özgürlüğün yolunu açmayı da sağlıyor. Oy vermek istiyorsak, bunu sağlamalıyız. Aynı şekilde, insanlara yardım edilmesi gerekiyorsa durumları tanımlanarak ve detaylandırılarak yapılmalı.
Şöyle bir premise olabilir: “İnsanlara dair bilgi toplanacaksa, bu onların yararına olmalıdır.”
Buna örnek olarak telefon hattı verilebilir (Bunu da WhatsApp vs. Telegram üzerinden sorunsallaştırabiliriz.)
Webster, kredi kartı bilgilerinin toplanmasını da, bir özgürlük yaratımı olarak değerlendiriyor.
Diğer paradoks: Komşuluk kültüründen çıkıp yabancılık kültürüne geçtik:
“Community” (cemaat, aile, köy vb.) den kentsel yaşamın yabancılarıyla yaşamaya (otobüs şoförü, tezgahtar, bakkal)
Burada Simmel’i anarak, kapalı topluluktan yabancılarla yaşamaya geçişin hem kafa karıştırıcı hem özgürleştirici yanlarını gördük. Baskıcı bağlardan sıyrılma, anonimleşme, dedikodudan ve alaydan kurtulma vs…
Cemaat – Şehir yapısındaki ayrımda oluşan paradoks: Aslında şehirde işleyişi sürdürmek için çok daha fazla/detaylı bilgi toplanıyor bireye dair:
Toplanan bilginin doğası farklı
Pre-modern: konuşma ve hafızaya dayalı
Modern: dijital ve yazılı kayıtlar (izler), banka servisleri vs.
(Burada toplanan bilgiler sorunsallaştırılabilir… Toplanan bilginin doğası, ne işe yaradığı, ötekinin bilmesinin kişi için ifade ettiği anlam, “kim”in bildiği, bilgi toplanan kişinin görece anonimliği, bilgi toplamanın “önlenemezliği” vs.)
Webster Manichean (ahlaki dualizm) pozisyon’dan kaçınmayı öğütlüyor: “Daha çok veri toplanıyor, bireyin özgürlüğünü daha kısıtlıyor, organizasyon arttıkça otonomi azalır” gibi basite indirgememek lazım.
The nation state, violence and surveillance
Giddens artan gözetim ve organizasyon için dikkatini büyük ölçüde (ulus) “devlet”e veriyor. “Toplum” ve “ulus devlet” ayrımını yapmanın önemine dikkat çekiyor.
Giddens’ın argümanında merkezi bir nokta: Sınırları çizili bir alan ile tanımlanan ulus devlet için, egemenliğini sürdüğü alanda “enformasyon”un özel bir değeri var. Bu açıdan, Giddens’ın meşhur alıntısına göre, modern devletler başından beri enformasyon toplumuydular, ulus devletler merkeziyetçi yönetim adına bunu katmerledi (Burada Bauman’ın Küreselleşme metni örnek verilebilir, şehir plancılığını tartıştığı kısım.)
Otoriter kaynaklarını (iktidar ve denetleme) bilmeli
1] Modern dünya “ulus devletler” ile kurulmuştur. Küreselleşme süreçlerini es geçmek değildir bu elbet.
Bu düşünceyi destekleyen: Anti-AB eylemleri, ulusal maçlar/olimpiyatlar, siyasal hareketler
Milliyetçiliğin otokratik, ırkçı, savaşçı görünümleri, etnik temizlikler. Etrafında bir sürü mitik geçmiş öğesi var.
Marksistler de kabul etmeli ki işçi sınıfı “ulus devlet” söylemine “tüm dünyanın işçileri birleşin” iddiasından daha sıkı sarıldı. Fakat, “ulus” aidiyeti aynı zamanda da bir dışlamadır. Şöyle bir çağda:
Büyük ölçekli göçler
Ulusa dair yasal kavramsallaştırmalar (pasaport, yurttaş hakları vs.)
Bu dönüşüm hisler, anlamlar, ittifaklar ve kimliklerin yer aldığı kültür alanında daha gergin ve zehirli bir ortam yaratabilir.
Endüstriyel kapitalizm ulus devletlerinin çözülmesini değil, aksine güçlenmesini sağladı. Ulus devlet mali, eğitim, refah devleti, yasaya ve düzene dair uygulamaları gibi açılardan sosyal hayatı da belirleyen başlıca faktörlerden oldu.
Ulus devlet kendisini ezeli ve ebedi gibi gösterse de tarihi oldukça kısa (en fazla birkaç yüz yıl). Ne zaman sona ereceği bilinmez. Birçok devlet kendi içlerindeki uluslaşma niyetleri tarafından tehdit ediliyorlar
2] Ulus devletler yeniler ve yeniden düzenlenmeye açıklar fakat bir diğer ortaklıkları var: çoğunlukları savaş koşullarında kuruldu ve güven verici askeri savunma stratejileriyle ayakta kalmaktalar. Ulus devlet için savaşma ve savaşa hazır olma temel bir özellik.
Benedict Anderson ulus devlet için “iktidar kurumlarının” (institutions of power) bilgi kaynaklarıyla ilişkisini tartıştı: haritalar ve nüfus sayımları.
Harita: sömürgeciliğin işleticisi (tekniğe dair)
Devletin kontrolü altındaki her şeyi (kişiler, bölgeler, dinler, diller, ürünler, yapılar vs.) modelleyebilecek arayışlar var: “total surveyability”, “a totalizing classificatory grid”
Daha az dramatik olarak ifade edersek: Ulus devletin tanımı belli bir bölgede egemenlik olduğundan “savaşa hazır olmak” tüm ulus devletlerin zorunlu oldukları bir durum diyebiliriz.
3] Modern savaş/savunma 20. yy’da “toplumun genelini” çok daha büyük oranda etkileyen bir mesele haline geldi. (Roger Stahl, Militainment, Savaş Oyunları A.Ş.) 20. yy’da savaşlarda hayatını kaybedenlerde (savaşan ve sivil halk) artma oldu (öyle mi, bak?). 1. Dünya Savaşı savaş ölümleri açısından dönüm noktasıydı, can kayıpları tahmin edilemez noktalara ulaştı. 39-45 arası 45M kişi hayatını kaybetti.
Savaş hali, “endüstriyel aktivite” ve “savaşa hazır olma hali” ile ilişkili olarak toplum yapısının derinlerine nüfuz etti. Giddens’a göre 1. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında kimyasallar, enerji, mühendislik gibi bilimsel uğraşlar savaş ile iç içe girdi. (Klasik new-media örneği olarak Arpanet verilebilir.)
Savaş ve savunma sanayi, endüstriyel gelişim ile şekillenen bir pratik oldu, “savaşın endüstriyelleşmesi” denebilir buna da 1914-1970 arası için (Industrial Warfare). Kitle seferberliği ve endüstriyel üretim/savaş becerisi arasında yakın bir bağı imleyebiliriz.
Information War
Endüstriyel savaş hali, zamanla yerini enformasyon savaşına bıraktı (Information War):
(Olası) düşmanları gözlemek
Kaynakları enformasyon ekseninde ayarlamak
İçeride ve dışarıda kamuoyunu (-n algısını) yönetmek
Bilgi teknolojileri her alana girdi. Enformasyon kaynaklı silahlar (düşmanı gözleyen uydular, akıllı silahlar, vur-unut). Paradigmatik dönüşüm: artık bilgi/teknik sadece rakibi izlemek değil (Soğuk Savaş) aynı zamanda kendi eylemlerini belirleyen bir araç/(ajan?) haline geldi.
Enformasyon Savaşı’nın ayırt edici özellikleri:
Denizaşırı sistemleri yönetmek için dayanıklı komuta ve kontrol (command and control) sistemleri. Günümüz savaşı için bilgisayar iletişimi şart. Aynı anda hem güç hem zafiyet. Ele geçirilebilir.
Sovyetlerin çöküşü, soğuk savaşın bitişi, süper güçlerin sahneden çekilişi Castells’in deyimiyle “anlık savaşlar” (instant wars) problemini üretti. Küçük karşılaşmalar: yol kenarında bombalamalar, intihar eylemleri. Toplumun genelini duygusal olarak etkileyen olaylar.
Enformasyon savaşı toplumun mobilizasyonunu gerektirmiyor. “Askeriye”den “bilgi savaşçıları”na geçiş var, küçük bir profesyonel asker grubu karar alabiliyor. Seçkin bir askeri sınıf, teknik bilgi gerektiren cihazlarda çalışarak savaş halini yürütebiliyor. (Burada Snowden örneği verilebilir. Yine risk içeren bir uygulama.)
“Algı yönetimi”ne çok önem veriliyor. Kamunun mobilizasyonu savaşa katılma değil de demokratik olarak savaşı destekleme/reddetme üzerinden kuruluyor. Algı yönetimi, pek çok veçheleriyle önemli, yaşayarak öğrendi devlerler. 1991 Körfez Savaşı ilk imtihandı. İmajlar ortadaydı.
Enformasyon Savaşı aşırı derecede gelişmiş teknolojilerle yapılıyor. Hem askeriyeye hem enformasyon araçlarına epey yatırım yapılıyor.
Savaş alanı da dijitalleşti, siber-savaş teknolojileri gelişiyor.
Genel bir endüstriyel üretim, çaba ve yığılım gerekmiyor. Son teknoloji üretime ulaşmak yeterli oluyor.
“Esneklik” savaş için de geçerli. Hareketli olma, çabuk karar verme, hızlı tepki önemli.Oyun teorisi ve simulasyonlar önemli. “Belirsizliğin kesinliği” (certainty of uncertainty).
Önceden programlanan kararlar, otomasyon. (Sorulabilir, savaşta böyleyse gittikçe gündelik hayatta da böyle olacak denebilir mi? Toplum, askeriyeyi takip ediyor bazı açılardan.)
Symbolic struggles
Enformasyon savaşının bir yönü sembolik ve yoğunlaşan medya yayılımı. Savaş daima medyatiktir fakat artık internet siteleri, e-mail’ler, haber gruplarına yayılıyor. (Kentte şöyle bir dolaşarak küresel savaşlar hakkında bilgi edinilebilinir.)
Geçmişe göre (radyo, tv, gazete) savaş haberlerini yapan medya organları da küreselleşti.
Eskiden birinci elden deneyimlenen savaş artık medya dolayımıyla “izleniyor”. (İnönü patlaması).
“We are safer from war than ever” (Bu sorunsallaştırılabilir, Türkiye için). Gözlemci olarak haberdar oluyoruz. Enformasyon savaşını çok az kişi yürüttüğü için bizzat savaşanlarla çok daha az muhattap oluyoruz. Öte yandan savaşlara dair ön tartışmalar, haberler, stratejik planlamalar vb. Şeylere dair öncesine göre kat be kat daha haberdarız (http://mideast.liveuamap.com). Rus kışını hissetmesek de. Her an bir şeyler patlak verebilir. Giddens bu duruma yoğunlaşmış düşünümsellik (intensified reflexivity) diyor.
Her alana yayılan medyanın da önemini belirtmek gerekli. 24/7 servisler, ulusaşırı haberler, bilginin anında ulaşımı… Medya da dönüşmekte: yakınsama ve eklemlenme (convergence and integration). Guardian basılı/internet örneği.
Vietnam Savaşı’nda sınırsız erişim verildi, sonuçları ağır oldu. Sonrasında “embedded gazeteciler” vb. şekillerde ulus devletler bilgi akışını kontrol altında tutmaya çalıştılar. Yine de işbirliği yapmayan gazeteciler oluyor (Vimeo’da izlediğim, Kürdistan’a giden NY’lu fotoğraf sanatçısı, VICE. Tabi bu kişilerin etki alanı da düşünülmeli. Joey L. – Guerilla fighters of Kurdistan).
Medya araştırmaları yapanlar genelde haberleri izler ve iktidar/devlet tarafından nasıl yönlendirildiklerini saptarlar. Fakat bugün medya üretimi için bu bakış modası geçmiş bir bakıştır. Şu an daha muğlak bir durum var. Sadece “bizim çocukları destekleyin” yok çünkü medya da ulusaşırı güçlerin barındığı bir alan. İnternet, bloglar, yurttaş gazeteciliği vs. ile alan daha çok mücadeleci gücün savaştığı bir alan haline geldi. Bu çoğulculuğun artması değil savaşıma giren güçlerin artması olarak okunabilir. Fakat şu da var, artık haberler “resmi” makamların sansürüne o kadar takılmıyor. (Türkiye için durum yine biraz daha çetrefilli).
Surveillance and national defence
Soğuk savaşın bitişiyle savunma kurumlarının ortadan kalktığını söyleyenler olabilir. Soğuk savaş gözetim için bir varoluş sebebiydi fakat hala bu sebepler üretilmekte (Ortadoğu). Bu alanda hala ciddi çalışmalar mevcut.
Uydular vb. Araçlarla gizli gözetim sürüyor.
Ülkeler sadece ülke dışı düşmanlarını değil kendi vatandaşlarını da gözlüyorlar (Devletin bankalara erişimi var mesela. Bitcoin vb. araçlarla bankacılık da ulusaşırılaşırsa bu dönüşebilir.).
Öte yanda terörist saldırlar da artmakta. “İçimizdeki düşman”ı aramak için yapılan çalışmalar gözetimi artırıyor. İçeride ve dışarıda artan gözetim çabaları ise David Lyon’un “kategorik şüphe” (categorical suspicion) diye adlandırdığı durumu doğuruyor.
Human rights regimes
Enformasyon savaşlarının paradoksal etkileri var. Öte yanda “insan hakları” iddiaları yükseliyor. Yerel muhalif sesler öyle ya da böyle duyuluyor. Sebepleri:
Demokrasinin yayılımı
Daha fazla haber dağılımı
TV belgeselleri
Modern seyahatler
Af Örgütü, Sınır Tanımayan Doktorlar gibi NGO’lar
Bu örgütler/çabalar tekil bir mesaj vermek yerine “global vatandaşlar” olarak hak ihlallerine dikkat çekiyorlar. Bir şey yapmalı diye düşünüyorlar.
Küreselleşme ve komünizm fikrinin çöküşüyle entelektüeller de kendilerinden çok uzaktaki hak ihlallerine dikkat çekiyorlar.
Giddens’ın “düşmansız devletler” (states without enemies) görüşü. Köktenci (fundamentalist) örgütlerle mücadelelerin doğuşu. Bu bir dönüşüm anlamına geliyor, Havel’in de altını çizdiği üzere, devletlerin pozisyonları bu durumlarda kendi sınırlarını korumakla ilgili değil, dünya barışı ile ilgili bir hale geliyor. 2. Dünya Savaşı ve Nazi Almanya’sının Yahudi’lere yaptıklarını düşününce bu yeni bir gelişme.
Eskiden çok fazla ölüm olurken bunlar bir şekilde geçiştirilebiliyordu. Bugün savaş cinayetleri kayıt altına alındığı ve kamuoyunda etki uyandırdığı için daha kaçınılan şeyler. Öte yanda Suriye’deki savaş bir şekilde yürütülebiliniyor. Medyanın olayları iletimi de asimetrik güç ilişkileriyle bağlantılı.
Citizenship and surveillance
Şu ana kadar Enformasyon Savaşı bağlamında ulus devleti askeri yapılanmalarıyla gözetimin ilişkisinden bahsedildi fakat bu gözetimin başka bir yönü daha var: devletin yurttaşlarıyla ilişkisi.
Ulus devletin sınırlarını koruyabilmek için önce sınırları içindeki çalkantıyı durdurması gerekiyor. Giddens buna “dahili pasifleştirme” (internal pacification) diyor. İlk adım, nüfus sayımı. Tarihi ise 19. yy sonlarına gidiyor. Giddens’a göre yönetsel güç kendi iç düzenlemelerine dair enformasyon toplamadıkça işleyemez. Askere almak için erkeklerin takibi… Vatandaşlık ülkede yaşayan kişi yurtdışına çıktığında vb. Durumlarda ülkesiyle kontratını sürdürmesi anlamına gelir.
Refah devletinin faydaları da kitle gözetiminin temel uygulamalarındandır. Bu sayede yurttaşlar sürekli olarak sınıflandırılır, “kategorik ilgi” işler.
Dangers of surveillance
Ulus devletin gözetim ihtiyacı yurttaşlarının “güvenlik ihtiyaçlarını” ya da “hak ve görevlerini” belirleme ihtiyacından doğuyor ve bir “gözetleme toplumu” ortaya çıkıyor.
Kişiler hakkında polis dosyalarının tutulmasının o kişilerin adil yargılanmaları ve tutuklanmalarıyla ilgili sorunlu ilişkilerini inceleyen yoğun bir literatür var.
Devlet gözetimine dair iki temel çekince var:
Güvenlik servisleri iş edinme, sağlık ve banka kayıtlarına ulaşabilir
Alakasız veritabanlarının karışması
Dijitalleşen kayıtlarla birlikte bunların kesişmesi daha olanaklı. Elektronik kimliklerle “kişisel portre”nin oluşumu ihtimali söz konusu. Devlet için verimli bir çözüm bu.
Öte yandan, gizli verilerin kaybedilme ihtimali var.
Burada Panoptikon tartışması devreye giriyor. Jeremy Bentham’dan Foucault’ya uzanan panoptikon literatüründe, elektronik cihazlarla günümüzde bu durum epey olası.
Toplanan veriler vatandaşların yaşamlarının dönüşmesine de hizmet ediyor. Boşanma oranları. Bu da reflexive modernization ile ilgili.
Bauman’ın “post-panoptican” iddiaları: tek bir merkezden değil, her yerden gözetlenme. Ağaçlar yerine otlar metaforu. Manuel de Landa’nın askeri gözetim görüşleri bir “makine görüşü” (machine vision) öngörüsünde bulunuyor, gördüğü her şeyi kategorize eden bir program, bu anlamda “panspectron”, yani “optik olmayan istihbarat toplama makinesi”.
Şunu anlamak gerekli: gözetim modern toplumların temel uğraşlarından ve buna karşı mücadele için temel, tekil, basit bir siyasal programdan söz edilemez.
Corporate surveillance
Ulus devlet üzerinden ilerleyen bu gözetim tartışmasında sermayenin de gözetleme sistemlerini unutmamak gerekir. Giddens da es geçmez bu yanı. Sermaye için de yatırımlarını garantiye almasının ve operasyonel stratejiler geliştirmesinin en iyi yoludur. Yöneticiler sermaye ilgilerini bu yönde artırmak için inceler, analiz eder, planlar.
Taylor’un işin efektifliğini artırma amaçlı yürüttüğü tartışmalar burada önemli. Yönetilenler üzerinde ne kadar kontrol sağlanması gerektiği, işin “beyin takımı” ve “kol gücü” olarak karakterize edilişi.
Şirket kapitalizmi 20. yy başından beri 3 açıdan gelişti:
Şirketler mekansal olarak genişledi (ulusal ve ulusaşırı)
Konsolidasyon gerçekleşti, birkaç şirket monopoli kurdu
Şirketler toplumun derinliklerine nüfuz etmeyi başardı, herkes müşterileri.
Sosyal medya kullanıcılarının satılması… Bir servis ücretsizse, ürün sizsiniz.
Temas noktaları
Bauman, Küreselleşme
Harita kullanımı (bilgi toplamanın geleneksel modaliteleri)
Bauman’da ulus devletin düşüşü ve Giddens’da önemi karşılaştırması
Bauman’da panoptikon’un düşüşü, hapishane örneği, Giddens’daki iki yönlü gözetim tartışmaları
Zaman/mekan ilişkileri (Bauman, Giddens, Harvey)
Genel olarak yorumların ve tespitlerin Batı-merkezli, hatta gelişmiş kentler üzerinden oluşu
Ulrich Beck, Risk Toplumu
Otomasyon ile yok olacak işler üzerine yürütülen tartışmalar
Zizek, Tamagotchi
Burada ne diyeceğim emin değilim, güzel bir anektod olarak Zizek & Sanal Bebek
“Bu kadar bilgi topluyorlar, bana daha iyi önerilerle gelsinler artık, bilmeleri lazım neyi nasıl sevdiğimi, istediğimi…”
Giddens’ın gözetimi olumlayan yorumlarına dair IT-nerd örneği
Algorithms to Live By – Brian Christian, Tom Griffiths
Düşünümselliğin günümüzde ulaştığı uç noktalardan, yaşamı algoritmalarla yaşamak
Weapons of Math Destruction – Cathy O’Neill
Gözetimin günümüzde nasıl otomasyona bağlandığı, günlük yaşamdan bir vaka
Adam Curtis, Hypernormalisation (documentary)
Belgeselci Curtis’in toplumu nasıl okuduğu, Webster’ın farklı okumaları birlikte değerlendirişi, topyekun bir analizin imkanı, post post post kavramlar yaratma üzerine
IŞİD & Las Vegas Saldırısı: risk, teknolojinin getirdiği zarar ihtimali
Güncel bir vaka analizi, gündelik risk, teknoloji ve medya görünürlüğü ile ilişkisi
Beck, Giddens, Bauman: üst seviye soyutlamalar, empirik veri üzerine kurulmayış, kolay yanlışlanabilirlik
İnsanlara, topluma dair toplanan bilginin amansız artışı vs. geleceğin mutlak kestirilemezliği paradoksu (Bauman, Guardian)
“Science et Vie okumak bir tür uzlaşmanın [compromis] ürünüdür: ayrıcalıklı kültüre özlem, ama ayrıcalığın reddi biçimindeki savunmacı karşı-güdüyle birlikte (yani hem üst sınıfa özlem hem de kendi sınıf konumunun yeniden olumlanması). Daha kesin olarak bu okuma katılma göstergesi olarak rol oynar. Neye katılma? Aynı muğlak talebi taşıyanların, Science et Vie (ya da Les Muses vb) okuyanların soyut topluluğuna, potansiyel toplumsala katılma. Adeta söylencesel bir davranış örneği: Okuyucu, okuması aracılığıyla mevcudiyetini in abstractio [soyut olarak] tükettiği bir grubu düşler: tam anlamıyla “kitle” iletişiminin ürünü olan gerçekdışı, kitlesel ilişki. Bununla birlikte bu okumanın derinlemesine yaşanmış özünü -tanınma, birleşme, söylensel katılım- oluşturan ittifak (ayrıca hemen hemen aynı süreci Le Nouvel Observateur okuyucularında da bulup ortaya çıkarmak mümkündür: Bu dergiyi okumak, onun okuyucuları arasına girmek, sınıf simgesi olarak “kültürel” etkinliklerden yararlanmaktır).
Yüksek tirajlı ve “düşük kültürlü” bir kültürün araçları olan bu yayınların okuyucularının (“yandaşları” demek daha doğru olur) çoğu doğal olarak ve iyi niyetle içeriğe önem verdiklerini ve bir bilgi edinmeyi amaçladıklarını savunacaklardır. Ama bu kültürel “kullanım değeri”, bu nesnel ereksellik fazlasıyla sosyolojik “değişim değeri”yle üst-belirlenmiştir. Kültürelleştirilmiş dergilerin, ansiklopedilerin, cep dizilerinin sunduğu sınırsız malzemenin yanıt verdiği işte bu giderek keskinleşen statü rekabetine endekslenmiş taleptir. Tüm bu kültürel öz, içeriği özerk bir pratiği değil, ama bir toplumsal hareketlilik retoriğini beslediği, kültürden başka bir nesneyi ya da daha çok kültürü sadece kodlanmış toplumsal statü öğesi olarak elde etmeyi amaçlayan bir talebi beslediği ölçüde “tüketilir”. Demek ki tersine çevrilme söz konusu ve kültürel içerik burada tam anlamıyla sadece yan anlam gibi, ikincil işlev olarak ortaya çıkıyor. Özetle, kültürel içeriğin, alet değil ama konfor ya da prestij öğesi olduğu andan itibaren tüketim nesnesine dönüşen çamaşır makinesiyle aynı tarzda tüketildiğini söylüyoruz. Artık çamaşır makinesinin özgül bir varlığa sahip olmadığını ve pek çok diğer nesnenin -diğerleri arasında özellikle de kültürün- onun yerine geçirilebilir olduğunu biliyoruz. Kültür, başka bir söyleme kayarak başka nesnelerle yer değiştirebilir ve (hiyerarşik olarak üstün olsa da) onlarla türdeş olduğu ölçüde tüketim nesnesi olur. Ve bu sadece Science et Vie için değil, aynı zamanda “yüksek” kültür, “büyük” resim sanatı ve klasik müzik vb için de geçerlidir. Bunların hepsi drugstore’da ya da gazete ve dergi satış yerlerinde bir arada satılabilir. Ama bu, ne satış yerine, ne tiraj miktarına ne de izleyicilerin “kültürel düzeyi”ne ilişkin bir sorundur. Eğer tüm bunlar hep birlikte satılıyor ve tüketiliyorsa, bu, her tür başka nesne kategorisinin tabi olduğu aynı rekabetçi göstergeler talebine kültürün de tabi olması ve kültürün bu talebe göre üretilmesi anlamına gelir.
Bu arada kültür, günlük yaşamımızın “ambiyans”ını oluşturan diğer iletiler, nesneler, imgelerinkiyle aynı sahiplenme tarzının içine dahil olur: Merak -bu merak ille de hafiflik ya da patavatsızlık değil, özellikle kültürlenme yolundaki kategorilerde kendini gösteren tutkulu bir merak olabilir-; ama birbirini izlemeyi, çevrimi, tarz yenileme zorlamasını varsayan ve böylece simgesel anlam sistemi olarak kültür pratiğinin yerine göstergeler sistemi olarak kültürün oyuncul ve birleştirici pratiğini geçiren merak: “Beethoven, müthiş!””
“Kendimize bir ruh oluşturmak için gerekli ne zamanımız ne de yerimiz var. Bu tür bir kaygıya dair basit bir şüphe bile saçma ve yersiz bulunuyor. Kendi kibrine ve başına buyrukluğuna göbekten bağlı modern insan, belki acı çeken ama asla vicdan azabı duymayan bir narsisiktir [sic]. Istırap onu bedeninde yakalar; onu bedenselleştirir. Yakındığında, umarsızca arzuladığı şikayetinden daha fazla hoşnut olabilmek için yakınır. Eğer depresyona girmemişse, asla tatmin nedir bilmeyen sapkın bir arzu içinde sıradan ve değersiz nesnelerle coşarak kendinden geçer. Parçalanmış ve hızlanmış bir zaman ve uzamda ikamet eden bu modern insan, genellikle kendi yüzünü tanımakta zorluk çeker. Cinsel, öznel ya da ahlaki bir kimliğe sahip olmayan bu amfibi bir sınır varlığıdır, bir “sınır kişilik”tir ya da bir “sahte ben”dir. Genellikle edimsel sarhoşluk coşkusu bile hissetmeden edimde bulunan bir bedendir. Modern insan ruhunu kaybetme yolundadır. Ama bunun farkına bile varamamaktadır, çünkü özne için temsilleri ve anlamlandırıcı değerlerini kaydeden tam da psişik aygıttır. Karanlık oda artık bozulmuştur, çalışmamaktadır.
Modern bireyin içinde biçimlendiği toplum elbette ki bu bireyi çaresiz bırakmaz. Birey bazen oldukça etkili olan bir çareyi nörokimyada bulur. Nörokimya uyku bozukluklarını, kaygıları, kimi ruhsal hastalıkları ve bazı depresyonları tedavi edebilir. Kim buna kusur bulacak ki? Beden ruhun görünmez alanını ele geçiriyor. Öyleyse perde! Bunun sorumlusu siz değilsiniz. İmgelere boğulmuşsunuz, imgeler sizi alıp götürüyor, sizin yerinize geçiyor, hayal alemindesiniz. Halüsinasyonla kendinden geçme: Artık ne zevk ile gerçeklik, ne de doğru ile yanlış arasında bir sınır var. Gösteri bir düş yaşamıdır, hepimiz bu yaşamdan pay almak istiyoruz. “Siz”, “biz” diye bir şey var mı? İfadeniz standartlaşıyor, söyleminiz normalleşiyor. Sizin bir söyleminiz var mı ki?”
Julia Kristeva, Ruhun Yeni Hastalıkları, çev. Nilgün Tutal, Ayrıntı Yayınları, 2017 [1993] (2. basım), s. 17.
“Bu şekilde anlaşıldığında zanaatçılık esnek kapitalizmin kurumları içinde huzursuzca oturur. Sorun, yaptığımız tanımın son kısmında yatıyor: Bir şeyi o şeyin kendisi için yapmak. İnsan bir şeyi nasıl iyi yapacağını ne kadar iyi anlarsa, ona o kadar özen gösterir. Ne var ki, kısa vadeli işlemler ve sürekli değişen görevler üzerine kurulu olan kurumlar bu derinliği üretmez. Hatta şirket bundan korkabilir; buradaki yönetim şifresi içe doğru büyümedir. Sırf bir etkinliği doğru yapmak için o etkinliğin derinlerine inen kişi, diğerleri tarafından, tek bir şeye saplanmış, yani içe doğru büyümüş kabul edilir; ve zanaatçı için saplantı aslında gereklidir. Bu kişi kaşla göz arasında konup kalkan ve asla yuva yapmayan danışmanın tam tersidir. Dahası, kişinin herhangi bir uğraş için becerilerini derinleştirmesi zaman alır. Üniversiteden yeni mezun olmuş genç bir meslek sahibinin incelediği deneklerden aldığı bilgilerin hangilerinin gerçekten işe yarar olduğunu anlaması genellikle üç, dört yıl alır. Kabiliyeti pratikle derinleştirmek, insanların pek çok farklı şeyi kısa sürede yapmasını isteyen kurumların amacına ters düşer. Esnek şirket akıllı insanlardan faydalanır; ama eğer bu insanlar kendini zanaatçılığa verirse sorun yaşar.
Hukuki nedenlerle ismini veremeyeceğim büyük bir yazılım firmasında çalışan ve bir zamanlar görüşme yaptığım bir grup programcıyla tekrar görüşmeye gittiğimde bu çatışmaya iyi örnek olacak bir durumla karşılaştım. Bu programcılar, firmanın henüz tamamlanmamış yazılımların çeşitli versiyonlarını önce satıp sonra tüketicilerin yaşadığı sorunlar ve tüketicilerden gelen şikayetler doğrultusunda “düzeltme”sine içerliyordu. Sendikalara büyük bir antipati duyan programcılar, “craft in code” adını verdikleri gevşek bir mesleki hareket geliştirmekteydi ve şirketin bu son derece karlı fakat düşük kaliteli uygulamadan vazgeçmesini talep ediyorlardı. Programları doğru bir şekilde geliştirmek için gereken zamanın verilmesini istiyorlardı; onlar için anlamlı çalışma, işi işin kendisi için iyi yapmaya bağlıydı.”
Richard Sennett, Yeni Kapitalizmin Kültürü, çev. Aylin Onocak, Ayrıntı Yayınları, 2015 (3. basım), s. 78.