josephine nerede

aybik ile beraber yazdık, bir sen bir ben, adımladık.


Sırtını yasladığı cam kırıldığında ne kadar uzun sürdüğünden yıllar sonra dönüp baktığında bile emin olamadığı bir çığlık duymuştu. İlk önce çığlığı başkasının sandı; ama şaşkınlık anı geçip sırtındaki acıyı hissetmeye başladığında çığlığın kendisine ait olduğunu anladı. Kaşmir kazaklar, kadife pantolonlar ve rugan ayakkabılar giymiş vitrin mankenlerinin arasında açılmış kaşı ve kesik elleriyle yattıktan bir süre sonra gözünü açtığında polis sordu: ‘Josephine nerede?’ Önce aynı çığlığını tanıyamadığı gibi adını da hatırlayamadı Josephine. Polisten kurtulmak için onu en son öğleden sonra Reeperbahnstraße’de çalıştığı süpermarkette gördüğünü söyledi ve hastahaneye naklini istedi. Polis ona inanmadığını belirten bir ifadeyle Josephine ile olan ilişkisine dair sorular yöneltti. Neden sonra Berlin’de devrimcilerin kaldığı bir işgal evinde üzerinde turuncu kazağı, yanı başında kremleriyle yine aynı ses tonuyla uyandığında, ‘ben neredeyim’ diye bağırdığında, artık yeni bir hayata başladığını düşünmüştü, diye hatırlıyorum. Belli ki yeni bir hayata başlayamamıştı; ama bana öyle geliyor ki artık nerede olduğunu ve oraya nereden geldiğini ve başına bu belanın geldiği yer olan rote flora’da, bir başka işgal evinde açıldığını hatırlıyordu. Tanıdığım diğer tüm solculardan başkaydı Josephine, potinlerini giydiği, onlarla Spree kıyısında çıktığımız uzun yürüyüşlerde anlattıklarını düşündüğümde, Avrupa’da bir işgal evinden diğerine bir hicret yolu olarak geçen ömrünün biz zavallı sırrını kaybetmiş ruhlara bir şeyler fısıldadığını düşündüm bu güne kadar. Ve Josephine artık yerleşik bir hayata geçmeye karar vermiş olacaktı ki polisten zekice bir hamleyle kurtulup patlak kaşına bakan insanlara aldırış etmeden hamburg hbf’ta sonu rote insel’de bitecek bir yolculuğa başladı.

blog üzerine III

blog tutmanın bir gazeteye, internet sitesine, sosyal medya uygulamasına ya da başka bir kurumsal yapıya yazı teslim etmekten bir temel farkı yazdıklarını yıllar sonra dönüp değiştirebilmek, sekiz yıl önce yazılana editöryal müdahalede bulunabilmek. günlükten makaleye geçememişler blogger olmuş gibi. bunun hem kötü yanları var, hem de güzel.

boksi IV

mevsimlerin acı kahkahası kulağında
sen bakıyorsun ben bakıyorum
biz bize bakışıp
ama asıl avrupalıların incelmiş
bakışları gibi değil dik dik
dağdan indik buraya geldik
hala dağın kavgasını bitiremedik
ilk kim başlattı kimse bilmiyoruz

sakın o japon bilgeliği değil boynumuzda
yular fular bir de keçeden atkı
eklem yerlerinde yara yapan sıkıntı

bütün yaz güneş topladıktan sonra
kış boyu kıvrılıp yatacaksak
niçin uğraşıyoruz

sürekli kendimize
ve ötekilere sorular soruyoruz
freud’dan öğrendiğimiz altın dalını uzat da
sınıkçılar ovsun dört yanımızı

oysa bir bebek, bir çocuk, üç bagaj taşıyan kadın
şiiri omuzlarıyla yazınca
klavye başındakiler
koşuya çıkalım demiş murakami’yle

boksi II

kitap okumak, film izlemek, müzik dinlemekse
kadim özgür zaman işlerinin altında
altı yaşından beri aynı düşman
bakıyor, kokluyor, dinliyor
teslim oluyor, bile isteye
nerelisin, baban nereli diye diye

post-punk konserini a dört kağıdına çiziyoruz
kesip uçak, kesik uçak, bio uçak
radikal dinlemeden bahsediyordun,
ötekilerin yaşamlarını (yo)
bu ne zaman fişleme ne zaman ok?
siz yavaştan kalkın artık, onlar
über’lerle geçeceklerini söylerler

oraya yaz buraya sus
kin hınç kaza ihtimali
felsefecinin tırnaklarıyla sen kazıyabilir misin?
soykırım esnasında kaybolan
tütün çantalarını bulabilir misin?
alman rapçinin kız kardeşleri açken hem de