Dave Eggers, Coronavirüs Hakikatini Düzleştirmek (Çeviri)

Bir zamanlar birkaç romanını güle güle okuduğum ama yeni kitaplarıyla devam eder miyim tam emin olmadığım yazar Dave Eggers, The New York Times’ta Coronavirüs üzerine mizahi bir yazı yazmış. Kısa, komik ve kolay bir yazı olduğu için çevirelim dedik Hüseyincan ile.

Kral için Hologram romanında yeni inşa edilmekte olan bir Arap kentinde Kral ile buluşması sürekli ertelenen, bir türlü işleri ve hayatını ilerletemeyen, ne yapacağını şaşırmış depresif kahramanını anlatış biçimi de bu pandemi diyaloğuna benziyordu. İçine düştüğü durumun saçmalığıyla başa çıkmaya çalışan, yaşamıyla saçmalığı açık eden karakterler, tanıdıklar.


Coronavirüs Hakikatini Düzleştirmek | Dave Eggers

Pandemi ile ilgili tüm sorularınız cevaplanıyor. Kısmen.

Halk (H): Ne oluyor?

Cevap (C): Bir virüs çıktı.

H: Tehlikeli mi?

C: Çok tehlikeli. Ama insanların geneli için değil. En çok yaşlıları acımasızca hedef alıyor. Ama orta yaşlıları, gençleri, zayıfları ve sağlıklı olanları da öldürebiliyor.

H: Ne yapmalıyız?

C: Başkalarından uzak durun. Evde kalın.

H: Ee, o zaman virüsü kapmayacak mıyız?

C: Kesinlikle kapacaksınız. Herkes kapacak.

H: Nasıl yani? Bunu bize kimse söylemedi. Evde kalırsak virüsten korunacağımızı söylediler.

C: İşte, şimdi ben söylüyorum. Neredeyse bütün herkes kapacak. Aşağı yukarı 70%’iniz. Düşünsenize. Virüs her yerde ve aşı yok. Sadece herkesin farklı zamanlarda kapmasını istiyoruz. Bir nevi takvimlendirme gibi düşünün. ABD’de şimdiden en az 5 milyon insan zaten bu virüsü kapmış durumda.

H: Bir dakika. Beş milyon mu? Herkes bir milyon olduğunu söylüyor.

C: Onlar bilinen, onaylanan vakalar. Test yapmaya, dürüst olmak gerekirse, bir saat önce başlamış gibiyiz. Bildiğimiz her vakaya karşılık bilmediğimiz beş, 10, 50 vaka var. Belki de virüsü kaptılar ama semptom göstermiyorlar. Belki hastalandılar ama hastaneye gidecek ya da test olacak kadar hastalanmadılar. Beş milyon, gerçek vaka sayısına kıyasla az bir rakam bile olabilir. Muhtemelen 20 milyondan fazladır.

H: Yirmi mi?

C: İyi haber. Bir açıdan. Bu virüsün sandığımızdan daha az sayıda insan için öldürücülüğü olduğu anlamına gelir. Ve herkesin bir gün virüsü kapmasının kaçınılmazlığını gösterir. Dolayısıyla virüsü kapma sıranız gelene kadar evde kalın.

H: Ne kadar süre evde kalmalıyız?

C: İki ay gibi düşünüyorum. Hayır, üç. 6? Hayır,12. Evet,12!

H: Sonrasında gidecek mi?

C: Virüs mü? Allahım hayır. Aşının bulunması 18 ayı bulabilir. Ama o zamana kadar siz zaten virüsü kapmış olursunuz, dolayısıyla tarih çok da önemli değil. Özellikle virüsün önümüzdeki kış iki misli şiddetle geri geleceğini düşünürsek.

H: Yani o zaman virüs yazın daha az etkili?

C: Kesinlikle değil. Kim söyledi size bunu?

H: Daha az evvel kışın daha etkili biçimde geri döneceğini söylediniz. Ki bu da yazın etkisinin azalacağı anlamına geliyor.

C: Siz doktor musunuz? Hayır? Güzel. O halde dikkat kesilin. Virüs her yerde, her şehirde ve eyalette, ama biz eğriyi düzleştiriyoruz. Bu yüzden, sonbaharda intikam için gelmesi çok olası. Kışın da gelebilir. O vakte kadar geçen sürede, yani yazın da bizimle olacak ve gücünden bir şey kaybetmeyecek. Kapiş?

H: Kimse bize bunu söylemedi.

C: Yani, vakaları nasıl daha uzun bir süreye yayıyoruz, biliyor musunuz? Eğriyi nasıl düzleştiriyoruz? Aynı zamanda hakikati de düzleştiriyoruz. Evde kalın, iyi olacaksınız. İnternetten sipariş verin. Semtinizdeki restorana destek olun.

H: Hadi ya. Tamam. Bunu yapabiliriz.

C: Ama bunu yaparken risk altındaki insanları tehlikeye attığınızı da bilin —aşçılar, tezgahtarlar, teslimatçılar. Aslına bakarsanız bencilliğiniz ve pandemi sırasında hayatlarını tehlikeye atan insanları gözden çıkartan düşüncesiz tavırlarınız beni şaşırttı.

H: Anladığım kadarıyla eve teslim edilen şeyleri sipariş etmememiz gerektiğini söylüyorsunuz.

C: Etmemelisiniz. Semtinizdeki işletmelerin iflas etmesini istemiyorsanız ayrı tabi.

H: Yani, semtimizdeki işletmeleri desteklemeliyiz.

C: Kesinlikle. Çalışanlarının hayatlarını riske atarken. Öyle. Yemek söyleyin, yiyin, durdurulamayan pandemiyle ilgili haberleri izleyin. Bol bol uyuyun, sigara için. Dediklerine göre sigara içenler hastalığı daha az kapıyormuş. Zaten bu çok mantıklı! Aaa, egzersiz yapmayı unutmayın. Koşmaya çıkın!

H: Koşmak için nereye gitmeliyiz?

C: Tercihen rahatça yayılabileceğiniz yerlere, başkalarıyla yakın temasta olmadığınız yerlere.

H: Sahil gibi mi? Park mesela?

C: Elbette. Sahiller ve parklar açık alanlar. En güvende olacağınız yerler oralar.

H: Daha yeni sahile ve parka gittik. Yüzlerce insan vardı.

C: Ne sahile mi gittiniz? Parka mı? Aklınızdan neler geçiyordu? Oralara yüzlerce insan gidiyor! Eve dönün. Çocuklarınızla kalın. Çocuğunuz var mı?

H: Var.

C: Tamam, onların okulu düzgün takip ettiklerinden emin olun. Zoom oturumlarını takip edin, ödevlerini kontrol edin, onları ekranlardan uzak tutun, bırakın dışarı çıksınlar, okulu çok da önemsemeyin. Pandemi var sonuçta.

H: Hmm. Söylediğiniz birçok şey çelişkili gibi geliyor.

C: Hiç de değil, başka şekilde ifade edeyim. Çocuklarınız şu an bir krizin içinden geçiyor. Kaygı duymaları olağan, ya da sizin alışkanlıkları sürdürememeniz veya okul takvimlerini takip edememeniz… Geride kalmadıklarından emin olun yeter, biliyorsunuz çocuklar rutini takip ettiklerinde başarılı oluyorlar. O yüzden müfredatı takip edin, ama onlara alan da bırakın, evde kalın, ya da dışarı çıkın, öğretmenleri ve arkadaşlarıyla bağlantı kurmaları için teknolojiyi kullanın, ekran süresini de sınırlayın.

H: Bir saniye, yani…

C: Yine de şu aksaklığın keyfini çıkarın. Rahatlayın ve bir film izleyin! Biraz yemek yapın! Sakın dükkanlara gitmeyin, çünkü bu hepimiz için tehlikeli. Eve sipariş verin! Ama yok. Evde kalın. Kırsal kesime taşının. Ama şehrinizde kalın. Hasta olursanız, hastaneye gidin. Ama sakın çok hastalanmayın, böyle bir zamanda o hastanelerden birine gitmek istemezsiniz herhalde. Hastaneler hastalarla dolu!

H: Tüm bunların ne zaman biteceğini söylemiştiniz?

C: On sekiz ay. Bunu demişken, aşının bulunmasının en az dört yıl süreceğini de söylemeden olmaz.

H: Ama herkes dükkanların bugünlerde açılacağını konuşuyor. 18 ayla bu durum nasıl bağdaşıyor?

C: Çok basit. İnsanlar ölecek.

H: Bir dakika, nasıl yani?

C: Ah, tabi. Çok daha fazla insan ölecek. Sürüsüne bereket. Günde 1,500 kişi ölse on sekiz ayda, sadece ABD’de 800,000 insan virüsten ölecek. Minnesotalı bir bilim insanı böyle söylüyor. Osterholm. Dünyanın en önde gelen uzmanlarından biri. Şimdiye kadar her aşamada haklı çıktı.

H: Ne? 800,000 mi?

C: O da her şey yolunda giderse. Daha fazla olabilir, çok daha fazla. Kısıtlamalar gevşetilirse falan…

H: Ama ölüm oranı azalmıyor mu?

C: Öyle ama Cuma günü en ölümcül günlerden biriydi ama nedense! O da herkesin evde geçirdiği bir ayın sonunda. Herkes işlerine döndüğü anda, ciddi bir artış olacak. Resmen kan banyosu.

H: O zaman kısıtlamaları neden gevşetiyoruz?

C: Ekonomiyi bir şey bir şey yapmak için.

H: Pardon?

C: Ekonomiyi eveleyip gevelemek için.

H: Anlamıyoruz.

C: Dinleyin. İnsanlar yoruldu. İşe dönmek istiyorlar. Alışveriş yapmak istiyorlar. Her şeyden öte, topları beyaz lobutlara yuvarlayıp bam-bam sesleri çıkartmak istiyorlar. Sonunda da büyük ihtimalle ciğerleri işlemeyi bıraktığında soluk borularına nefes almalarına yardım edecek tüpler yerleştirilerek neredeyse ölmeyi, yalnız başlarına ölmeyi istiyorlar.

H: Neden sadece ekonomiyi dondurmuyoruz? Bütün işletmeleri kapatalım, aşı bulunana kadar hükümet herkese yaşayabileceği kadar para ödesin?

C: Hmm. Öncelikle, saçma. İkinci olarak, böylesi bir iş yerel, eyalet ve federal yönetimler arasında çok ciddi bir koordinasyonu gerektirir.

H: Bunu yapabilir miyiz?

C: Yani, bilmiyorum… Aslında… Tamam. İlk olarak herkesi koordine edecek süper yetkin yöntemlere ihtiyacımız var. Telefona kesin ihtiyacımız olur. Belki e-posta. Hesap çizelgeleri ve/ya bilgisayarlar da gerekebilir.

H: Tüm bunlara sahip miyiz?

C: Bence… sahip olabiliriz? Ama yine de çok fazla soru var. Mesela, parayı kime vereceğimizi nereden bileceğiz? Ülkedeki tüm maaşların bulunduğu ulusal bir veritabanına ihtiyacımız var.

H: Bu yok mu? Sanki bunu bulabiliriz gibi.

C: Başka bir plan önereyim: Bütün kişilere ve şirketlere para desteği sözü verelim. Bu parayı kişilerin yarısına, şirketlerin de çok küçük bir kısmına ödeyelim. Küçük işletmeler için ayrılan parayı büyük bankalar kontrol etsin, bu büyük bankalar parayı en büyük müşterilerine sızdırabilsin.

H: Korkunç bir plan.

C: O büyük bankalar illa ki nakit parayı nasıl değerlendireceğini biliyorlardır.

H: Sanki son 100 yılın en ölümcül virüslerinden biri yüzünden işini kaybeden insanlara, bu işlerindeki maaşları kadar para versek daha kolay olur. Her şeyi donduralım. Karşılıklı olarak durduralım, birlikte, o zaman belki 730,000 can daha kaybetmeyiz.

C: Öncelikle: çok sıkıcı. Entrika nerede? Dram? Bizim sistemimizle, dalga dalga işsizlik gelecek, sonunda ne olacağı da belli değil. Her hafta yeni bir şey getirecek: kapanan şirketler, batanlar, tedarik zincirindeki kopmalar —kaybolan birikimlerin, boş vitrinlerin ve yıkılan hayallerin sonu gelmeyen, katlanan bir domino cümbüşü. Böylesi, virüs alt edildikten sonra herkesin sağ salim işlerine ve şirketlerine geri döneceği sıkıcı, eskimiş bir güvenceli gelir geleceğinden çok daha heyecan verici.

H: Yani bir planınız yok.

C: Plan, zaten planın olmaması! Dinlemiyor musunuz? Planlar komünistler ve Danimarkalılar için. Biz burada hızlı ve esnek ve aptalca ve hatalı çalışıyoruz, arada sırada da yastık üreticisi bir adamımız var, Beyaz Saray’a başkanımıza cesaret verici metinler göstermeye geliyor. Her şey yolunda! On sekiz ay, 800,000 ölüm, plan yok, eyaletler ilaç ve ekipman için ihalelerde kapışacaklar, yalnız başınasınız, planlar yavan.

H: Ben yatıyorum. Kendimi iyi hissetmiyorum.

C: Vatansever bir şarkı söyleyelim mi? Atalarımız bizimle gurur duyardı gibi hissediyorum. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı’ndan toplumun her bir kesimiyle, Beyaz Saray’dan Rosie the Riveter’a [1] ortak bir amaçla ve fedakarlıkla nasıl birlikte çıktıysak, onun gibi. Tam aynı durum söz konusu, sadece koordinasyon yerine rekabet, ortak amaç yerine acımasızlık ve kaos var. Ateş yanındaki muhabbet, F.D.R. (Roosevelt) ve Churchill yerine tweet’lerimiz, Lysol ve Ron DeSantis (Florida Valisi) var. Onlar dışında, her şey aynı.

[1] İkinci Dünya Savaşı sırasında fabrikalarda çalışarak genelde mühimmat ve savaş gereçleri üreten kadınları simgeleyen kültürel simge. En meşhur örneklerinden biri “We can do it!” posteri.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *