Sollers, Merkez’deki Houellebecq

TAŞRALILAR

Psikanalize karşı düşmanlık normal, ama bazen tuhaf boyutlara ulaşıyor. Aralarındaki bağlar artık kopmuş bile olsa entelektüeller sınıfı, özellikle de filozoflar, bu konuda hâlâ sinir krizleri geçiriyor. Örneğin Peruk’u ele alalım. Babasının tarım işçisini olduğunu anlatmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan iyi bir çocuk. Katolik rahip öğretmenlere karşı kesin bir tiksinti duymaya çok erken yaşta başlamış. Bu saplantılı tiksinme onun Freud’dan nefret etmesine ve Sade’dan da kusmasına neden olmuş. Özellikle Freud burjuva bir sahtekâr ve dolandırıcı. Viyana’da ilginç herhangi bir şey olmuş olamaz. Tek büyük filozof Proudhon’dur, şu Marx’ın alçakça saldırdığı, sefaletin anarşist düşünürü. Dergiler onu onurlandırıyor ve reklemların ortasında fotoğraflarla ona tam sayfa yer veriyorlar. Ah Taşra! Devasa Peruk’un nereli olduğunu bilmiyorum. Orne’lu mu Yvonne’lu mu, en azından Somme’lu değil. Asla okyanus görmemiş. Bu kesin.

Bu Peruk Fransa’daki 68 Mayısı direnişini ve başkalarıyla birlikte “altmış sekizliler” diye adlandırdıklarını eleştiren ilk kişi değil. Peruk’a göre bu öfkeli elitler halka ihanet edip liberal hiper-kapitalizmin teşvikçileri olarak iktidarı ele geçirmek için zamanın tüm yalanlarına başvurdular. Haksız değil: Alçak Mao’nun damıttığı zehir zaten bu radikal ihanetten başka bir şeye yol açamazdı. Tuhaf bir biçimde Peruk’u öfkelendiren yine de Freud. Aslına bakılacak olursa Marksist delilik yok oldu, ama cinsel bunalım devam ediyor ve bunalımı yatıştıracak olan da İslamcı baskı değil. Sonuçta, aşırı derecede kokuşmuş Katoliklikten daha ziyade İslam’ın saflığı neden olmasın? Tutarlı bir akıl yürütme.

Peruk’un uluslararası üne sahip yaşayan en büyük Fransız yazarı keşfetmesi zaman aldı: Michel Houellebecq. Houellebecq de haritalı ve topraklı tam bir taşralı, bilimkurgu uzmanı ve yaygınlaşan cinsel sefaleti gören bir vizyoner. Peruk “kâhin” olarak onu Rimbaud ile karşılaştırıyor ve Houellebecq’e peygamberlere özgü şamanik özellikler atfediyor. Kuşkusuz Houellebecq nihilist, Schopenhauer ve Auguste Comte’un müridi, aslında Peruk’un benimsediği Nietzscheciliği rahatsız edecek türden. Ama bakın Nietzsche artık moda değil, gittikçe antisemitist ve faşist bir mizojin olarak anılıyor. Nietzsche “popüler” mi? Gülmek istiyorsunuz. Gerçeklik nihilist olduğu için Houellebecq gerçekliğe aynasını tutuyor, hepsi bu.

Peruk vagonunu aynı reklamcı dergilerin hiç durmadan övdüğü (ebedi olarak sürme riski yok) Houellebecq trenine bağlamakta haklı. Ama Fransız annenin frijitliği hakkındaki en büyük sırrı Houellebecq biyografisi okurken öğreniyoruz.

“Ben bebekken, annem beni yeterince kucağında sallamadı, okşamadı, pohpohlamadı, basitçe yeteri kadar yumuşak değildi, hepsi bu ve bu geri kalan her şeyi açıklıyor, kişiliğimin neredeyse tamamını, her halükârda en çok acıyan yerlerini. Bugün de bir kadın bana dokunmayı, beni okşamayı istemediğinde, bundan çok büyük bir acı duyuyorum, paramparça oluyorum, yıkılıyorum, bu öylesine ürkütücü geliyor ki risk almaktansa herhangi bir baştan çıkarma girişiminden vazgeçmeyi hep yeğliyorum. Bu anlarda ağrı o kadar şiddetli ki tam olarak betimleyemem bile, başka şekillerde öğrendiğim ahlaki acıların ve fiziki acıların hepsini geride bırakıyor; bu anlarda gerçekten ölmüşüm, yok olmuşum gibi geliyor bana. Fenomen basit hiçbir şeyin açıklanması ve yorumlanması bana daha basit gelmiyor, bunun iyileştirilemez bir ağrı olduğuna da inanıyorum. Denedim. Psikanaliz böylesine köklü patolojilere karşı mücadele etmekte ne kadar güçsüz olduğunu hep söyledi, ama rebirthe ve ilk çığlığa umut bağladığım bir zaman oldu. Hiçbir şeye yaramadı. Şimdi şunu biliyorum: Ölünceye kadar terk edilmiş, korkudan ve soğuktan dolayı bağıran, okşanmaya aç küçücük bir çocuk olarak kalacağım.”

Bu metin beni gözyaşlarına boğdu. Başka bir şekilde duygulanmış görünmeyen Nora üzerinde aynı yöntemi deniyorum. Nora’ya psikanalizin böylesine derin bir acıyı iyileştirip iyileştiremeyeceğini ya da en azından yatıştırıp yatıştıramayacağını soruyorum, başka bir şekilde söylenecek olursa bir seans sırasında bir an ayağa kalkıp, Houellebecq’in yanağına dokunup onu okşayıp okşamayacağını soruyorum. Transferde annesine dönüşmüş oluyor ya. Nazikçe gülümsüyor ve konuyu değiştiriyor.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra frijitleşmiş Fransız anne kendileri de yaygın olarak frijitleşmeyi devam ettiren bir sürü frijit kız çocuğu doğurdu. Görünen o ki Houellebecq epey Tayland masajı yaptırmış, ama baştan çıkarmayla müşteri olunmuyor. Doğrusu zamanla tuhaf bir tipe sahip oldu ama onu çok da kötü bulmayan hatta “sevimli” bulan arkadaşlarım var. Bir kadın bir erkek için “sevimli” diyorsa, teskin edici gelecek yolu açıktır. Hiçbir kadın beni “sevimli” bulmuyor.

Philippe Sollers, Merkez, çev. Nilgün Tutal, Alfa Yayınları, 2019 [2018], s. 56-8.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *