“Parlak bir öğlen vaktiydi. Terasta kadın ve Franziska, iki sallanan sandalyede, iyice örtünmüş olarak yan yana oturmuşlar, kurumuş noel ağacını kırıp ateş yakan çocukları seyrediyorlardı.
Bir süre sonra Franziska, “Kapıya kadar gelip içeri girememiş olmanı anlıyorum” dedi. “Bazen ben de, sakin evimden çıkıp birileriyle buluşmaya giderken, kalabalık içinde bulunmak istemediğim için, kendimi ölecek kadar yorgun hissediyorum…”
Kadın: “Arkasından gelecek ‘ama’yı bekliyorum.”
Franziska: “Önceleri bana da aynısı oluyordu. Örneğin günün birinde konuşamamaya başladım. Yazışarak anlaşıyordum insanlarla. Ya da açık dolabın önünde saatlerce dikilip, ne giyeceğimi bilemediğim için ağlıyordum. Bir keresinde bir arkadaşla bir yere gitmek için yol çıkmıştık, ansızın durdum. Öylece duruyordum, o da beni yürümem için ikna etmeye çalışıyordu. O zamanlar çok daha gençtim tabii. Senin başkalarıyla birlikte mutlu olmak gibi bir isteğin yok mu?”
Kadın: “Hayır. Ben mutlu olmak istemiyorum, en fazla hoşnut olmak isteyebilirim. Mutluluktan korkuyorum. Sanırım beynim buna tahammül edemezdi. Çıldırırdım veya ölürdüm. Ya da birini öldürürdüm.”
Franziska: “Hayatın boyunca böyle yalnız kalmak mı istiyorsun? Bedeni ve ruhuyla senin dostun olabilecek bir insanın özlemini çekmiyor musun?”
Kadın sesini yükseltti: “Ah evet. Ah evet. Ama onun kim olduğunu bilmek istemiyorum. Onunla sürekli birlikte olsam bile onu kesinlikle tanımak istemezdim. Sadece…” -kendisine gülüyor gibiydi- “Onun beceriksiz biri olmasını isterdim, tam bir sakar yani; neden bunu istediğimi ben de bilmiyorum.” Kendi lafının arasına girdi: “Ah Franziska yeni yetme biri gibi konuşuyorum.”
Franziska: “Ama benim neden sakar biri istediğim konusunda bir açıklamam var! Baban da böyle biri değil mi? Son ziyaretinde tokalaşmak için masanın üzerinden uzandığında hardal kabına daldırmıştı elini.”
Kadın güldü; oyun oynayan çocuk annesinin gülmesi alışılmadık bir şeymiş gibi bakmıştı.
Franziska: “Baban bugün öğleden sonra trenle geliyor. Telgraf çekip gelmesini istedim. Onu tren garından alırsınız.”
Bir süre suskunluktan sonra kadın, “Bunu yapmamalıydın” dedi. “Şu an kimseyi istemiyorum. Birileri oluca herşey [sic] masum ve zararsız görünüyor.”
Franziska: “Bence sen bir süredir evdeki diğer insanları sadece yabancı sesler olarak yaşıyorsun.”
Elini kadının koluna koydu. “Şu an çevirdiğim kitapta Baudelere’den bir alıntı var” dedi kadın. “Anladığı tek politik eylemin başkaldırı olduğunu söylüyor. O sırada ansızın benim anladığım tek politik eylemin amok koşusu olduğunu düşündüm.”
Franziska: “Bruno mutlu olmak için yaratılmış birine benziyor. Şu anki şaşkınlığının nedeni de bu. Bu nedenle böylesine dramatik davranışlar sergiliyor! Sinirlerimi bozduğunu söylemeliyim. Yakında onu kapı dışarı edeceğim.”
Kadın: “Ah Franziska. Hepsi için aynı şeyi söylüyorsun ve her devasında terkedilen [sic] sen oluyorsun.”
Franziska birkaç kez karşı çıkacakmış gibi yaptıktan sonra beklenmedik biçimde yanıt verdi: “Aslında haklısın!”
Göz göze geldiler. Sonra kadın, iki düşman gibi birbirlerine arkalarını dönmüş duran çocuklara -şişko çocuk daha üzgündü- seslendi: “Hey çocuklar, bugün düşmanlık yok!”
Şişko çocuk gülümsedi; hafiflemişti. İki çocuk başları öne eğik, biraz zorlanarak da olsa birbirleriyle konuşmaya başladılar.”
Peter Handke, Solak Kadın, çev. Süheyla Kara, Kırmızı Yayınları, 2014 [1976], s. 46-8.