Gazetecilerin kendi hayatlarına dönüp baktıkları alkolizm denemeleri ilgimi çekiyor. Çeviriden anlamam, daha önce William Leith’in “İçkinin hayatımı teslim almasına nasıl izin verdim” yazısını çevirmeye çalıştım. Şimdi de meseleye daha olumlu bir yerden yaklaşan Emily Reynolds’un yazısını çevirmek istedim. Metinle yakınlaşayım diye… Aradaki perspektif farkı herhâlde Trainspotting ve Requiem for a Dream arasındakinden birazcık daha kısa ve çok daha sorunsuz. İki yazının yazarlarının ortak özelliği, gayet iyi işleyen alkolikler (high-functioning alcoholic) olmaları, özgeçmişleri epey parlak. 20’lerindeki Reynolds’ın bu metindeki düşünceleri yıllar içinde değişmeye teşne olabilir çünkü alkolizme giden yol ile ilgili üç ana kaynak olarak andığı biyoloji (genetik), toplumsallık ve psikoloji alkolizme giriş ve çıkış için önemli bir diğer bileşeni içermiyor: fizyoloji. Elbet yıllar sonra yeni bir metin yazdığında, o, başka birinin yazdığı başka bir metin ve hayat anlatısı olacak. Belki de sabit kalır bir Demirkubuz karakteri gibi. Neyse, hamiş vakti: bu yazıyı çevirmeye çalıştığım birkaç gün içinde bir yandan da Sharp Objects izliyor olmak beni yine kör kuyulara sürükledi, sürüklüyor.
Kendimi İmha Etmek İçin İçiyorum
Bırakmak çok kolay, yine de imkânsız gibi geliyor
Emily Reynolds, 27 Ağustos 2018, Medium
(Metnin aslı)
—
İlk defa sarhoş olduğumda -gerçekten sarhoş- 14 yaşındaydım. Mevsimlerden yazdı, tek başımaydım; annem hemşireydi ve günde 16 saat çalışıyordu, beni yapacak hiçbir şeyin olmadığı bir evde yalnız başıma bırakıyordu. Herhalde başka bir genç bu kazara özgürlük içinde alem yapmaya başlardı. Ben, basitçe hiçbir arkadaşı olmayan ben, başımı belaya sokmadım -en azından o zamanlarda aşikar olacak bir belaya.
Rutinim basitti. Sabah 9’da kalkar ve bilgisayarı açar, karanlık ve soluk çalışma odasında, gece yatma vakti gelene kadar yabancılarla konuşurdum. Bir gün içki içmeye karar verdim.
Ailemin alkol dolabını açmaya beni itenin ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Bildiğim tek şey bunu bir zorunluluk gibi hissettiğim; içmek hoşuma gitmedi, daha ziyade bir mecburiyet ya da garip bir sorumluluk hissettim. Öylesine bir yudum almadım, uçarı bir şekilde keyiflenmedim, bu eylem bana bir kuralı yıkmanın yasadışılığının heyecanını da vermedi. Yavaşça ve angarya bir işmişçesine neşesizce lıkırdatarak içtim, ta ki birkaç saat sonra annemin oturma odasının pencere camına ısrarla vurmasıyla uyanmama dek. Ben sızmışım, o da anahtarlarını unutmuş. Beni yatırdı, bir daha bunun hakkında konuşmadık.
Hâlâ hayatında ilk kez partilerde sarhoş olmuş arkadaşlarımı kıskanırım, büyük kardeşlerinden şeftali schnapps şişeleri ya da köpek öldüren şarap çalmış, rutubetli çimenlerin üzerinde kendilerinden geçmişlerdir; aşırı eğlenmekten dolayı hastalanan bu kişileri çok kıskanırım. O zamanlar, içki içmek benim için bir eğlence olmadı -zevk ve keyif de yoktu. O günlerde farkına varmadığım -hem içme arzum hem de bu konuda nasıl davrandığım ile ilgili olan o- şey, hayatımın büyük bölümüne hükmeden ve bağımlılık hakkında çok şey anlatan, kayıtsızlığa dair sonu gelmeyen bir arayıştı.
Benim için hiçbir yere varmamanın en hızlı yolu
Eğlenmek istemediğim için, başka hiçbir şey hissetmek de istemiyordum. İstediğim, olduğum her şeyden tamamen sıyrılmaktı: imha olmak ve tekrardan inşa etmek. Bireyliğimin en temel hâline indirgenmek, mutlak boşluk olmak istiyordum. Bedenimden bir şekilde ayrışmak, mümkünse var olduğumu unutmak istiyordum.
O noktaya acıyla da geldim, tıbbi malzeme kutusundan çaldığım neşterle tenimden şeritler keserken; sonraları uyuşturucu ve seks ile, ve kendimi aç bırakarak. Ama içmek daha hızlıydı -ve hâlâ, bugün de, benim için hiçbir yere varmamanın en hızlı yolu.
. . .
Garip bir şekilde, bana alkol ile ilgili çok fazla şey hatırlattığı için bir mouse pad aldım. Bir Louis Wain baskısı —bir masanın etrafında duran beş kedi, küçük kapları içmek için dolduruyorlar. Kedilerin bazıları oldukça sevimli, yüzlerine düzmece bir sırıtma iliştirilmiş. Ama iki tanesi manyakça duruyor, süte bakarken tamamen kafayı yemiş gibi.
Eğer bunlar romantik şeyler gibi geliyorsa, sebebi öyle hissetmemdir —gerçekten bunaltıcı bir takıntı. Yedi ay ayık kaldıktan sonraki ilk içkim, aşık olmak gibiydi. Bir arkadaşımla akşam yemeğine çıkıp birer bardak şarap içmeye karar verdik —sadece bir bardak. Bir şişe aldık, sonrasında kendi payımın sonuna geldim, bir çocuğun gazoz içişi gibi kana kana içtim. Başım döndü, hakikaten yükselmiş hissettim —sanki ilk buluşmadaymışım gibi. İçkimi bitirdim. Restoranı terk ettiğimizde, bir an duraksadım ve onun bardağının dibindeki tortuyu da içtim. İğrençti. Erotikti. O an, hayatımda o güne kadar yaptığım her şeyden daha mantıklı geldi.
Heyecanın bir kısmı da risk, elbette, başınıza gelenlerini umursamamak —hasta olmak, canın yanması, hatta ölmek. Tekrar içmeye başlamamdan aylar önce, yiyeceğimiz yemeğin kuliner değerine ikna olmayan bir adamla steak tartare yerken, şeylerin birincil olarak keyif vericiliklerinden değil aynı zamanda risklerinden de keyif aldığımı fark ettim. Ağzımdaki çiğ etin tadını ne kadar seviyordum, ya çiğ yumurtanın? Bana ne kadar lezzetli geliyordu, gerçekten? Peki ya bu zevkin ne kadarı yediğim şeyin beni hasta edebileceği fikriyle ilgiliydi —basit, alelade bir şekilde hasta edebileceği? Belki de bu gibi riskleri alan bir insan olduğum fikrini sevdim.
Bu aynı zamanda da eğlenceli! Sıkça kayıtsızlık hissine düşüyorum, evet, ama bu bir öte yandan da neşenin olmadığı anlamına gelmiyor: Asla iki üç içkiden sonra, sokakta bir partiye, buluşmaya ya da bir pub’a giderken, umut ve imkânlarla dolu o geceyi, özellikle, daha fazla alkolü düşünürken içinde olduğum ruh hâlinden daha iyi hissetmedim. Simya tuttuğunda — hâlâ kontrol elindeyken, daha çok içkinin geleceğini ve seni hiçbir şey ya da hiçbir kimsenin durduramayacağını bilirken— gerçekten büyülü bir durum oluyor. İçmek seni yaşamın vahşi kalbinin içine yerleştiriyor: Yozlaşmış, duyumsal ve özgür hissediyorsun, tüm sinirlerin zaptedilemez bir feral enerjiyle doluyor.
Yine de çaresiz, huzursuz bir heyecan, sabah işe gideceğini hatırladığın bir partide olmak gibi, yarım saat içinde terk etmen gereken bir otel odasında sevişmek gibi, yazın bütün o güneşi altında güneş kremsiz yatmak gibi, yanacağını bilmek fakat ânı da korumaya çalışmak istemek, teninin sıcaklığının tadını çıkarmak. Bir şeyden çıkabilecek şeyi sonuna kadar çekmek için yapılan doyumsuz bir baskı —teninin tamamına sokulan o somut, yükselen delilik.
İçki içtiğin için uğultuyu da, harareti ve heyecanı da hissediyorsun, o tanıdık parıltı boğazında başlıyor ve yavaşça bütün bedenine yayılıyor. Yüzün kızarıyor; kalçaların ateş saçıyor, omzundaki altın rengi saçların güneşte parlıyor. O ânın sonsuza dek süremeyeceğini biliyorsun —sonsuza dek sarhoş kalamazsın, hayatını bu şekilde yaşayamazsın — ama aynı zamanda duramazsın da, bunu elinden bırakamazsın. Bir battaniye gibi ona sarılırsın, seni terk etmeye, gitmeye çalışan bir sevgilinin bacağı gibi.
. . .
Alkol sana ne yapıyor, tam olarak? Şişiriyor ve lekeler bırakıyor, tenini kuru, kızarık ve kabarık hâle getiriyor. Organlarına zarar veriyor, birden ve rastgele bir biçimde, sebepsiz ve habersiz yere bedenine sancılar saplıyor. Tüm sabahları imkânsız kılıyor, daimi bir akşamdan kalmalık hâli, kalınan bir akşamı ortadan kaldırıyor, artık uyandığında hep sanki birkaç araba çarpmış gibi hissetmeye uyum sağlıyorsun. Sabahları yemek yemek için fazla hasta hissediyor, o yüzden akşamları saçma derecede fazla tıkınıyorsun.
Alkol aynı zamanda arkadaşlıklarına da zarar veriyor, insanların senden bıkmasına sebep oluyor. Kötü kararlar vermene ve aslında unutmaman gereken şeyleri unutmana yardımcı oluyor. Seksi mahvediyor: seni pasaklı ve çekici olmayan bir hâle getiriyor, ya da basitçe, sızmana sebep oluyor. Alman gereken ilaçları almıyorsun. Mesajlara cevap vermeyi unutuyorsun, ya da daha kötüsü, kin dolu, fazla içten veya ayık olduğunda hissediyor olsan bile o anda yanlış ifade ettiğin ya da dönüşü olmayan bir tutkuyla yazdığın mesajlar gönderiyorsun. Kimliğin olmadan sana hizmet vermeyeceğini söyleyen market görevlisine çıkışıyorsun, sokakta sevdiğin insanlara bağırıyorsun ve sonunda neden sinirli olduğuna dair hiçbir hatırân olmadan uyanıyorsun. Arkadaşın o gün eve erken dönmek istediğinde ya da daha fazla içmek istemediğinde tedirgin oluyorsun. Eğer içkin biterse ve daha fazla alman mümkün değilse, panikliyorsun, hakiki bir varoluşsal korku boğazının etrafını sarıyor. Seni tehlikeye sokuyor ve birinin yardımlarına karşı çok acımasız ve dobra kılıyor.
Henüz bilmediğim şey, içmenin beni öldürüp öldürmeyeceği
Aynı zamanda seni çok temelden değiştiriyor. Bazı çalışmalar alkolizmin, tıpkı travma gibi, nöral yollarını baştan sona değiştirdiğini iddia ediyor: Alkol beynini yeniden yapılandırıyor, nöronlarında seni içmeye devam etmek zorunda hissettiren örüntüler kuruyor.
Bağımlılık, çoğumuz için, kendimizi dönüştürme arzusuyla başlıyor: kendimizi yeni bir şey ya da yeni birisi olarak biçimlendirme ve kaçınılmaz olmadığını umduğumuz o diğer kısımları reddetme. Ve bunu başarıyor: Kemiklerini, kanını, beynini değiştiriyor. Umduğun dönüşüm bu değil, ama yine de oluveriyor.
. . .
Ben şanslıyım. 26 yaşındayım, yani genç yaştayım. Sıkı çalışıyor, iyi iş görüyorum. İçki yüzünden işe gidemediğim ya da çalışırken sarhoş olduğum bir durum hiç olmadı. Asla bir teslim tarihini kaçırmadım, en dibe vurduğum anlarda bile. Bir ultrasonda karaciğerimin zarar gördüğü ortaya çıktığında, çok geç kalmadığımı, eğer istersem bunu düzeltebileceğimi söylediler. Ben de, hayati bir şekilde, yardım almaya dair yetenekliyim: İyileşmenin ne demek olduğunu ve oraya varabilmek için neler yapmam gerektiğini anlıyorum. Bunu daha önce de yaptım, şu anda da yapmaya devam ediyorum.
Henüz bilmediğim şey, içmenin beni öldürüp öldürmeyeceği. Beni baştan çıkartan bu: İyileşmek hem çok kolay hem de imkânsız. Sonuçta, içki içmemekten daha kolay ne olabilir? Eve giderken iki şişe şarap almayı bırakmaktan? Arkadaşlarınızla aynı hızda içmekten, dört durak gittiğiniz bir yolculukta yanınıza matara almamaktan, buzdolabına şarap almak için her gittiğinizde bardağınızı ağzının son noktasına kadar doldurmamaktan?
İçmek sizi bencil, sevgisiz ve kaba yapabilir, önceliklerinizi sizi tanınmayacak hâle getirecek kadar yer değiştirebilir, sizi alçak, vurdumduymaz, zalim, düşüncesiz ve zor bir insan yapabilir. Çoğu zaman da bu bir seçimmiş gibi gelir: o şeyler olmayı, yaptıklarınızı, gerçekten söylememeniz gereken o şeyleri söylemeyi siz seçmişsiniz gibi hissedersiniz.
Yine de durmazsınız. Şaraplarla dolu reyondan sepetiniz boş geçemezsiniz. Birisi tek değil de duble ister misiniz dediğinde, “yok, teşekkür ederim” demezsiniz. Arkadaşınız tuvaletteyken barda bir shot daha atarsınız. Biriyle beraber yemek pişirirken o kişi arkasını döndüğünde şişeden bir yudum alırsınız. Marketten ekşimiş, alkol kokan nefesinizi saklamak için sakız alma amacıyla yolunuzu uzatırsınız. Bağımlılık bazen pasif hissettirir, sanki sizin başınıza gelmiş bir şey gibi. Ama bazen de aktiftir. Bazen kurban değil de fail sizsinizdir. Bazen, zararı yaratan bizzat sizsinizdir.
Korkunç olan şeyse, tedavinin mümkün olmasıdır, erişilebileceğini bilirsiniz. Onu gördünüz! Ona dokundunuz! Bizzat deneyimlediniz. Buluşmalara gidersiniz, doktorunuzu görürsünüz, terapistinize nasıl hissettiğinizi anlatırsınız. Aşık olduğunuz kişilerin nasıl ayık olmayı başardığını ve bunu devam ettirdiğini; arkadaşlarınızın, zorlu adımlarla, nasıl daha iyiye doğru gittiklerini izlersiniz. Belki siz de iyileşirsiniz; bir haftalığına, birkaç aylığına, bir yıllığına. Belki onun bıraktığı boşluk yavaş yavaş başka, daha iyi şeylerle dolar. Belki de neden tekrar içmeye başlamak istediğinizi ifade edemezsiniz, kendinizden hâlâ neden bu kadar uzakta olduğunuzu anlayamazsınız.
Bunu çözmeye çalışabilirsiniz, bunu yapan ilk kişi de olmazsınız. Bağımlıların doğuştan mı yoksa sonradan mı böyle oldukları epey tartışılmıştır, hem bağımlıların kendileri tarafından, hem onlar üzerine çalışanlar hem de onları sevenler tarafından. Bazı çalışmalar alkolizmin belirli genlerle ilişkili olduğunu iddia eder, biz de alkol problemi olan bir ebeveyn veya kardeş sahibi olmanın aynısını yapma ihtimâlini artırdığını biliriz. Travma — tecavüz, şiddet, çocuk istismârı — da çeşitli madde bağımlılıklarına eğiliminiz üzerinde etkilidir. Biyolojik, toplumsal ve psikolojik etkilerin sert bir karışımının alkolizme katkısı olduğu söylenebilir.
Bunları nasıl yorumlamalı? Hangi anların bir anlamının olduğu, hangilerinin olmadığını, süregiden akıl sağlığımda yer eden kayar kapıları nasıl çözebilirim? Travma yaşadığımı biliyorum; ailemde bağımlılığa meyil olduğunu biliyorum; büyük annem, babamın annesi, alkolik ve uyuşturucu/ilaç bağımlısıydı. Bir keresinde eve arkadaşlarıyla geldiğinde, babam onu koridorda sızmış hâlde bulmuş. Bu olaydan sonra, onun evde sarhoş mu ayık mı olduğunu bilemediğinden, eve insanları davet etmeyi bıraktı.
Babamın kardeşini, halamı aramalıyım, bunun hakkında konuşmak, bununla ilgili bir hikâye üretmeme yardım etmesi, bu sayede de kendimin neden bu şekilde olduğumu açıklayabilmemi sağlamak için. Hikâyeyi ete kemiğe büründürmem anlamına gelir bu, bu hikâyeyi kendime ve diğer herkese anlatmak için heybemde taşıyabilirim. Olup biteni anlamlandırmama yardımcı olur.
Yine de bunu yapmaya kendimi iknâ edemiyorum. Bunu yapmak bir nevi kaçınılmazlık hissini davet edecektir, ve bunun kaçınılmaz olduğunu hissetmek kendimi buna tamamen teslim etmem anlamına, bir çeşit ölüm anlamına gelecektir. Bu da tabiatı gereği kaotik olan bir şeye düzen dayatmak gibi olur. Düzleştirici bir etkisi olur, hayatın kendisini başı, ortası ve sonu olan bir hikâyeye, bir anlatı arkına çevirmek anlamına gelir. Birinci sahne: kuruluş. İkinci sahne: yüzleşme. Üçüncü sahne: çözülüş. Karman çorman bir şeyi düzenli hâle getirmek çekici bir beklenti ama çözülüş gerçek hayatta nadiren filmlerde olduğu gibi gerçekleşiyor.
Keza, neden içtiğim sorusuna yanıt aramanın bir anlamının olmadığını da fark ediyorum. Aynı şekilde, kendinize neden neşeli olduğunuzu, neden içten olduğunuzu ya da neden matematikte iyi olduğunuzu sorabilirsiniz. Kim bilir neden neşelisiniz, öte yandan, işi özünde, kimin umrunda ki? Öylesiniz işte. Ben neşeliyim, içtenim ve akıllıyım. Aynı zamanda, ne sebeptense, alkoliğim.