üç arkadaşımız

Mart ayının sonlarına doğru bir perşembe akşamı saat sekizde üç arkadaş bir büfede buluştu. Yarın iş var. Her zaman olduğu gibi L. muhabbeti toparladı, siparişleri aldı, siparişleri getirenlere “o bu arkadaşın” diye yol gösterdi, hesabı ödedi, çay istedi. Grubun ebeveyni. Ama o gün döküldü, arkadaşlıklarını bir arada tutmaya çalışmaktan yorulduğunu duyurdu. Yemekleri gelesiye sessizleştiler, yerken de sadece tabaklarına baktılar. Sonrasında temiz hava kendilerine getirdi. S. başka bir konu açtı, trende tanıştığı biriyle ettikleri muhabbete dair çok uzun süren bir anısını anlattı. O sırada yürüyüş yaptılar, minibüsle beş altı durak gittiler, sonra tekrar bir yürüyüş, merdivenlerden çıkış derken bir saati geçti. Yer yer başka konulara saptılar, dallandı budaklandı ama bir şekilde sonu geldi, komik bir hikaye olabilir. Bir daha sessizleşmediler o akşam.

Yaz geçti, Eylül’de L. yaşadıkları şehirden ayrıldı. Diğerleri araba kiralayıp bu gidişi bir hafta sonu seyahatine çevirdiler. Yolda Agatha Christie’nin briç masası başında geçen cinayetleri tartışan, meşhur oyuncuların seslendirdiği radyo tiyatrosunu dinlediler, neden daha sık radyo tiyatrosu dinlemiyoruz diye konuştular, ama metni sürekli durdurup sekteye uğrattıklarından katil ortaya çıkmadan vardılar. O gece yatağa yatınca hepsi merak etti Bay Shaitana’yı kimin bıçakladığını. Ertesi gün kahvaltıda tartıştılar, iddialarını ortaya attılar, her biri bir Hercule Poirot kesildi. Öğleden sonra üçü de koltuklardan bacaklarını sarkıtarak uzanıp hikayenin sonunu dinlediler. Hiçbirinin bilemediği ortaya çıktı, hepsi kazanmış gibi hissetti, birazcık mutlu oldular. Sonra ayrılık vakti geldi, üç kişi birbirilerine sarıldılar. Filmlerdeki üç kişilik sarılma sahnelerini yeniden oynadılar kafalarında.

Geçen hafta L. şehre ziyarete geldi birkaç günlüğüne. İki yıldır pek sesi soluğu çıkmamıştı. Bu kez mevsim yaz, her şey olduğundan daha hafif. Bir gece kalmalı bir tatil ayarlamışlar deniz kıyısına yakın bir yerde. S.’nin plandan bir gün önce iptal edemeyeceğini söylediği bir işi çıktı, gelemedi. Öyle olunca adını unuttuğum üçüncü arkadaşla birlikte dolaştılar. İlk defa S.’nin yokluğunda muhabbet ediyorlar, vakit geçiriyorlardı. L. vegan olmuş; kabak, patlıcan, patates, biber ve kapanış için mısır alıp sahilde mangal yaktılar. Ayrılık günlerinden sonra ikisi de birkaç radyo tiyatrosu dinlemişler, ama ortak dinledikleri bir kayıt çıkmadı soruşturunca. Gece boyunca nostaljiye kaydılar sık sık, birlikte yaşadıkları anıları birbirilerine anlatıp durdular. Gülüp ağladılar, ara ara da öksürdüler. İki kere görüntülü aramayla S.’ye ulaşmaya çalıştılar ama açmadı. Onun yokluğu hem bir hüzün ve eksiklik yaratmış, hem de daha önce keşfetmedikleri bir alana doğru yol almalarını sağlamış, onları özgürleştirmişti. Farklı anlarda, “bu da güzel oldu aslında, baş başa muhabbet etmek” diye düşünüp, sonra utandılar, mısırlarla fotoğraf çekilip S.’ye yolladılar. Biri ötekine değersizlik hissini, diğeri de dayanılmaz bel ağrılarını açtı. Doktor numaraları değiş tokuş edildi. Ertesi gün otogarda güneşin altında bu kez abartılı neşeli tatilci sarılması yapıp ayrıldılar.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *