Schmid, Melankoli ve Mutluluk Çekincesi Üzerine

“Esastan acı veren bir şey, varoluşun aşılamaz yalnızlığıdır. Belki bu bilgiye insanlar her zaman vakıftılar ama benlik öne çıktığı oranda ağırlaşır bunun tecrübesi. Bu hayatı yaşayan benim, başkası değil. Mutsuz olmaya ve felakete açılan uçuruma doğru bakmaya katlanacak olan, benim. Bu hayatı nihayetine vardıracak olan benim, başkası bunu benden devralamaz. Bütün ötesine dair daldığım düşünceler de benim düşüncelerimdir, sadece benim için bir anlam ifade eder bunlar, başkaları başka şeyler düşünürler ve bizi birbirimize bağlayan hiçbir şey yoktur -aşk, arkadaşlık veya hiç değilse bir hoşlanma dışında.

Düşüncelere dalmak: Kimi insanlar için bu zaten depresyona girmekle eş anlamlıdır. Melankolikler her şey üzerine düşünürler, nitekim onun için öteden beri aralarında çok filozof ve sanatçıya rastlanır. Bilhassa düşünen ve yaratan insanların melankoliye yakalanacaklarını, ünlü antik metinlerden Problem XXX,I‘in yazarı* da belirtmişti. Modern çağda psikolojik araştırmalar, depresyondan mustarip ve daha akıllıca kararlara vardıklarını teyit ediyor (Basel Üniversitesi, 2011). Soruna daha uzun ve daha dikkatli bakıyor, pembe bir gözlüğün bakışlarını bulandırmasına izin vermiyorlar. Kesinlik izlenimi uyandıran her durumun kesinlikten uzak ve her şeyin kuşkulu olduğunu biliyorlar. İnsan eylemlerinin kuşkululuğu konusunda ve insanın varoluşunun esas itibarıyla nasıl hiçlik mesafesine inebileceği konusunda zihinleri açık. Onları duygulandıran ve harekete geçiren, hayatın olası trajikliğidir. Onların maruz bulundukları tehlike hayatı fazla yüzeysel görmek değil, uçurumun derinliklerinden çıkamamak, belki de kendi “kimliklerinin” çöküşünü yaşamak ve kendilerine yabancılaşmaktır.

Lakin melankoli sadece taşkın bir düşünce selinin değil, duyguların vahşi dalgalanmasının damgasını taşır. Pek az insan bu dalgalanmayı mutluluk olarak hisseder ama her durumda buna anlam yükleyebilirsiniz: Eğer hayatta meseleniz büyük duygular yaşamaksa, o zaman bunlar sadece sevinç, aşk ve cezbenin iyi duyguları olamaz. Duygu hayatını tüm yelpazesiyle yaşamadan, kemale erilmez. Görünüşte en sebepsiz olan üzüntü hali de herhalde buradan doğar: “Aslında her şey yolunda gidiyor, bana ne oluyor böyle, bilmiyorum.” Ahenkten başka bir şey bilmeyen bir hayat, ahengin bozulmasını istiyor demektir. Kesintisiz yaşam sevinci insanı takatten düşürebilir, yaşam kederinin sunduğu türden bir molaya ihtiyaç duyabilirsiniz. İnsan olmanın bütün imkanlarını yoklamak ve hayatın kemaline varmak için, ilk bakışta çok uzak gelse bile, galiba üzüntüyü de sonuna kadar tatmak gerekir.

İnsanlar iradeleriyle de üzüntüye kapılabilirler mi? Evet, hiç şüphe yok, mesela acı verici hatıraları tekrar hatırlayarak yaparlar bunu, çünkü acı esasen hiç yok olmaz -sevilen bir insandan ayrılmak mesela. Dünya sancısı, kasıtlı olarak her zaman duyulabilir: hayatın ve her şeyin hatta belki bizzat dünyanın geçiciliğinin sancısı -her ne kadar bilimin bütün imkânlarıyla bile olsa, bunu ihata etmek mümkün olmasa da. Pozitif olanı dengelemek, hayatın kutupsallığını yeniden tesis etmek, mutluluğun ölçüsünü kaçırmamak için üzüntüyü bilinçli olarak davet edebilirsiniz. Friedrich Hollaender’in Marlene Dietrich’in söylediği bir şarkısında dile geldiği gibi:

Bir şey dileyebilecek olsam kendime
Azıcık mutlu olmayı isterdim
Çünkü, fazlaca mutlu olsaydım
Üzüntünün hasretini çekerdim”

*Seneca

Wilhelm Schmid, Mutsuz Olmak: Bir Yüreklendirme, çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 2015 [2012], 4. basım, s. 51-3.