Özel isimler, kişiler ve mekanlar epeyce farklı olmasına rağmen kendi üniversite deneyimime tuhaf yakınlıklar buldum bu paragrafta. Üzerime o yıllarda hücum eden aceleci, çapından habersiz ve başarısızlığa mahkum bir bilme isteğini hatırladım. Antonioni, Ibsen, ve Kafka. Hoh. “Gerçekten de aslında senin sandığından çok daha karmaşık bir şey, dedi Armand havalı bir tavırla.” Şule Gürbüz’ün Coşkuyla Ölmek kitabından buraya taşıdığım, Kendini Anlatan Birisi adını verdiğim pasajda da bir noktada kardeş tartışma var sanki: “Bazen üniversite yıllarımda filmlerden etkilenen ve onları kendi hayatına aplike eden arkadaşlarım vardı. Ben de kendimi bir şeye iliştirmek ve tek başıma bir şey olmamak istiyorum. Kötü bir film görsem içine dalmak, bir köhne eve girip yatmak istiyorum.”
”
Armand’ın da çenesi güçlüydü, hep öyle olmuştu ama şimdi ait olduğu yere geldiği söylenebilirdi ve onu iyi karşılamışlardı. Armand filoloji öğrencileri arasında, özellikle de Paul’e baş başayken itiraf ettiği gibi gibi, en gözdeleri olan Fransızca öğrencileri ve sanat tarihi öğrencileri arasında kendisini cennete düşmüş hissediyordu. Niye? diye sordu Paul. Çünkü eğitimlerini düşündüklerinden çok kendi güzelliklerini düşünüyorlar. Tam olarak bu yanıt Paul Buer’e bir yanıyla çok çekici, evet, kışkırtıcı geldi ve bir an için doğa bilimleri yerine filoloji okumayı seçmediği için kendine kızdı. Başka şeylerin yanı sıra Armand eğitimli insanlar gibi davranmayı öğrenmişti. Bu yüzden birlikte sinemaya gideceklerinde izleyecekleri filmin seçimini hep Armand’a bırakıyordu ve oldukça sık sinemaya gidiyorlardı. Bu yüzden Gimle’ye gidip en yeni Fransız, İtalyan ya da Polonya filmlerini izliyorlardı. Geçen Yıl Marienbad’da filmini izleyip Gimle Sineması’ndan çıktıklarında, …
… Bunu dördüncü izleyişim, dedi Armand, ve her seferinde daha da güzelleşiyor. Öyle olmasını umalım, dedi Paul Buer; çünkü dürüst olmak gerekirse Ibsen’in bir oyununu sahneledikleri yer dışında çok sıkıcı bulmuştu filmi. O oyun Rosmerholm’dü, diyen Armand filmi parça parça açıklamaya girişti. O zaman Paul Blow Up filminden daha fazla hoşlandığını söyledi, özellikle hayalî toplarla tenis maçı yaptıkları yeri beğenmişti ama her şeyden önce, Herkesin ne düşündüğü ortada işte, dedi Armand’a daha sonra. Gimle Sineması’na cinsel olarak uyarılmak için gittiğini itiraf etmek aptalca, diye yanıtladı, bu sadece ters teper. Ama ben Blow Up filmini beğendim, …
… dedi Paul inatla, 8½’tan çok daha iyi, o film çok durağandı. Öyla [sic] ama ne parlak bir filmdi, diye haykırdı Armand. Paul’ün gelişiminden korkuya kapılıyor, sık sık ona okuması gereken kitaplar öneriyordu. Kafka okumalısın, dedi bir keresinde. Okudum onu. İyiydi, diye yanıtladı Paul. Hangisini okudun peki? Dava, anladım o kitabı. Demek anladın, o zaman kafan iyi çalışıyor, çünkü çok az kişi anladığını itiraf eder, diye yanıtladı Armand, filoloji öğrencisi havası takınarak. Nasıl anladın peki? Biliyorsun, insanlar Dava derin, metafizik bir eser mi yoksa şakacı biri tarafından mı yazılmış diye kafa yoruyorlar. Bence metafizik bir eser, diye yanıtladı Paul. Ah, böyle diyorsun çünkü bir şakanın aslında ne olduğunu bilmiyorsun. Gerçekten de aslında senin sandığından çok daha karmaşık bir şey, dedi Armand havalı bir tavırla.
”
Solstad, D. (2002) [2006]. Armand V: Gün yüzüne çıkmamış bir romanın dipnotları, (çev. Deniz Canefe), Jaguar Kitap, s. 36-7.