Beckett, Sayıklamalar (I) – Acaba Nasıl

mutlu gün yolculuk bitiyor hiçbir terslik yok görünürde şaka güldürmüyor artık eskidi iyice bedenin sarsılışları duruyor açık havaya ciddi şeylere dönüyorum yeniden dosdoğru Abraham’ın bağrına sığınmam için küçük parmağımı oynatmam yeterli söyleyeceğim ona müsait yere sokmasını

yine de birkaç düşünce sıralayayım işler biraz daha düzelsin diye beklerken rahatlığın gelip geçiciliği üzerine hayvanlar dünyasındaki çeşitli türler üzerine önce süngerlerden başlıyorum sonra hadi bırak bu konuyu atla geç hadi

doşkılar hayır benim bunlar ama seviyorum onları yarı boş parmakların gevşeyerek bıraktığı eski kutuları hayır başka bir şeyi çamur yutuyor her şeyi ben tek başımayım çamur taşıyor beni yimi kilomu otuz kilomu zorlanıyor biraz bu ağırlığın altında sonra zorlanmıyor ben kaçmıyorum sürgün yaşıyorum

hep aynı yerde kalmalıyım başka bir arzum olmadı hiç küçük ölü ağırlığımla bu ılık çirkef suda yuvamı kazmak sonra bir daha oradan hiç kımıldamamak arada sırada canlanan eski düşüm bu şu anda da yaşıyorum bu düşü şu ağır ağır akan günde şu anda değerinin ne olduğunu eskiden değerinin ne olduğunu biliyorum

kara havadan kocaman bir kütle çekiyorum içime ve en sonunda yolculuk yaşamıma son veriyorum Pim’den önce birinci bölüm acaba nasıldı ötekilerden yerinden kımıldamayanlardan önce Pim ile birlikte Pim’den sonra acaba nasıldı acaba nasıl müthiş uzun bir zaman dilimi hiçbir şey görmüyorum bu sırada işitiyorum sesini sonra uzaktan göğün sonsuzluklarından ve derinliklerden gelmiş olan şu öteki sesi işitiyorum içime giriyor ses soluk alış veriş durduğunda artıklar mırıldanıyorum onları

bu huzursuzluklar bitti artık bir an bile sürmeyecek bulunduğum yerde rahatıma diyecek yok küçük parmağımı kaldıramayacak kadar güçsüzüm bunun beklentisi altımdaki çamurun önce yarılıp sonra yeniden kapanacağı mı yani

soru eski soru evet ya da hayırsa eğer bu karmaşa her gün eğer her gün ah işitmek fısıldamak zorunda kaldığımız şu sözcük bu karmaşa evet ya da hayır eğer her gün kaldırıp havalandırıyor mu beni kirlerimden arındırıyor mu

gün iyice ilerledi sonuna geliyoruz neredeyse bin günden oluşuyordu belki de eskinin güzel bir sorusu bu kafayı karıştırıyor hep evrensel anlamda geçerli üstelik muhteşem bir şey bu

Pim’in kronometresinde sahip olmak bir terslik var burada saatin ölçeceği bir şey yok demek ki artık yemek yemiyorum hayır artık içki içmiyorum ve yemek yemiyorum ve kımıldamıyorum ve uyumuyorum ve görmüyorum ve bir şey yapmıyorum bunların hepsini bir kısmını yeniden yapacağım günler gelecek belki de önce evet dendiğini işitiyorum sonra da hayır

sesi niye ölçeyimki ses benim değil sessizlik olsa ölçerdim bana yarardı bir işe yarardım bir şeye Tanrım

Tanrı’ya lanet okuyorum hiç sesim çıkmıyor saati kazıyorum belleğime ve bekliyorum gün ortasını gece yarısını Tanrı’ya lanet okumak için ya da kutsamak için onu saat elimde bekliyorum ama günler yine ortaya çıktı şu sözcük belleksiz ne yapacağım çuvaldan bir parça koparıyorum düğüm yapıyorum ip olarak kullanıyorum çok güçsüzüm

ama önce yolculuk yaşamımı noktalıyorum birinci bölüm Pim’den önce çamurda adı konulmamış bir debelenme benim bu ne anlıyorsam onu söylüyorum çuvalı karıştırıyorum ipi çıkarıyorum çuvalın ağzını sicimle bağlıyorum ipi boynuma geçiriyorum yüzükoyun yatıyorum elveda diyorum hiç sesim çıkmıyor atılıyorum ileri

on metre on beş metre sola yarım yan sağ ayak sağ el ha it ha çek yüzükoyun fışkırmalar hiç sesim çıkmıyor sağa yarım yan sol ayak sol el ha it ha çek yüzükoyun fışkırmalar hiç sesim çıkmıyor bu betimlemede her şey noktasına virgülüne kadar doğru

karmakarışık hesaplar yapıyorum böylece rotamda bir iki saniyelik sapma oluyor en fazla bir gün bir gece usa sığmaz yola çıkış anımda söylemişlerdi yönümü rastlantı sürüklemişti beni zorunluluk sürüklemişti her ikisi de sürüklemişti üçüncüden biri doğru batıdan güçlü bir duygu var içimde doğuya çıkmıştım yola

işte böyle çamurda karanlıkta yüzükoyun düz bir çizgi boyunca aşağı yukarı iki yüz üç yüz kilometre başka sözcüklerle ifade edersem hiç durmasam sekiz bin yılda dönmüş olurdum dünyanın çevresini yani bir o kadar yolu kat ederdim

eğitimimi nerede gördüm matematik gökbilim hatta fizikle ilgili bilgilerimi nereden aldım söylenmiyor bu bana ama bunlar damgasını vurdu bana kişiliğimi oluşturdu önemli olan bu

bu ufuklara yönlendikçe duyumsamıyorum yorgunluğumu ama o belli ediyor kendini yine de çaba gösterdiğim bir yanımdan öteki yanıma geçişim arada benimsediğim yüzükoyun konumun devamı niteliğinde bu sessiz ilenmelerim artıyor

bir aşağı yukarı kesinlik aniden bir santim daha ilerliyorum ve küçük bir vadiye yuvarlanıyorum ya da bir duvara çarpıyorum kendi bildiklerim dışında bir şey söylemiyorlar bana umutlar işte bu tarafta gizli beni düşümden koparıyor teslim oldum

yaşamıyoruz diye yakınıyorlardı yukarıdaki insanlar böylesi bir zamanda tuhaf buluyorum bunu kafalarındaki bu aptalca düşünceyi hepsi öldü şimdi şimdi bunun yaşam olmadığı ötekilere gelelim devamı çok tuhaf doğrusu yani anlıyorum onları

oldum olası anladım her şeyi anlamadığım birkaç şey oldu yalnızca coğrafta tarih örneğin her şeyi anladım ve hiçbir şeyi bağışlamadım olumsuz bir görüşüm olmadı hiçbir konuda gerçekten de öyle oldu hayvanlara yapılan acımasızlıkları bile kınayamadım hiçbir şeyi sevmedim

böylesine aptalca bir düşünceydi işte şimdi yok oldu gitti günün artık zararı dokunamaz bana

çok güçsüz olmamalı insan aynı düşüncedeyim daha güçsüz olsun isteniyorsa hayır en güçsüzü olması gerekiyor sonra daha da güçsüzü ne duyuyorsam onu her sözcüğü söylüyorum hep

günüm günüm yaşamım işte böyle geri dönüyor hep eski sözcükler hayır pek dönmüyorlar artık ben yalnızca yeni bir ortama uyum sağlamaya çalışıyorum sonra uykuya kadar sürdürmeye çalışıyorum varlığımı uykuya dalıp delirmemeliyim değmez ki

Samuel Beckett, Acaba Nasıl,  çev. Uğur Ün, Ayrıntı Yayınları, 2014 [1992], 2. basım, s. 40-3.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *