Rahmetli Selim Abi’ye, balık meraklısı dostları ince davranışlarından dolayı Misina Selim derlerdi. Balık tutmayı hiç sevmedi. Fakat bir süredir misina tutmaya teşneydi. Ömrü boyunca evlilik yüzüğünü bile takmamış, insanların takılarına dikkat kesilmemiş olsa da, bir haftadır rüyalarını süsleyen kolyeyi dizebilmek için uğraşıyordu.
Doktor raporuyla sendikadaki görevinden beş gün izin aldı. Gündüzleri yerel antika ve sosyete pazarlarını gezdi, üreticiyle bizzat görüştü. Pazardakiler tezgahları toplarken, yardım etti, malzemeyi bedavaya getirdi. Güneş batınca, kızının masa lambasını balkona taşıyıp adını o gün öğrendiği taşları yirmi metrelik misinasına dizerek kolyeler yaptı.
Mahalle eşrafı bu hevesiyle dalga geçtiğinden, yumruk yumruğa kavgaya bile tutuştu. On beş yıllık komşusu Cemil’in kaşını yardı ama şimdi sorsanız hatırlamaz, aklı taşlarda. Yanlış bağladığı, gözüne hoş görünmeyen her otantik taşta büyük bir hınçla misinayı kesip atıyor, masayı dağıtıyor, dizmeye sil baştan başlıyordu. Hayali, kursun son haftasına elinde başyapıtıyla gidebilmekti.
Son gecenin sabahında, ezan kulaklarında, kehribar, dişbudak beyazı ve antrasit grisini peşi sıra koydu. Kolyeden çok çember şeklinde bir sigaraya benziyordu. Misinasından dişiyle bir nefes çekip ağır ağır sıraladı. Çirkin şekle bakarak kahkahayı patlattı, aradığını bulmuştu.
Kahverengi takımını giydi, malzemelerini poşetlere, kolyesiniyse bel çantasına dikkatlice yerleştirdi, kursun yolunu tuttu. Plastik tezgahını bu kolyeye göre dekore edebilmek için erkenden çıkmıştı…
O sırada Cemil’in gece boyunca rakı şişesini boşaltıp, balık kovasını dolduramadan eve döndüğünü, dalaştıkları durağın önünde rastlaşacaklarını bilseydi, yine de erken çıkar mıydı? Bence çıkardı, çünkü aklı sadece taşlardaydı.
—o—
Türkçe öğretmeni zorlukla okuduğu el yazısından kafasını kaldırıp kravatını dişleyen öğrencisine baktı.
“Yavrum, kuzum, bu kaçıncı… Neden böyle şeyler yazıp arkadaşlarının çantalarına koyuyorsun? Bak sınıfta kimse seninle konuşmuyor artık, korkuyor çocuklar. Kaç kere okuldan atılmanı istedi veliler, ben durdum karşılarında. Ama benim gücüm de bir yere kadar yeter. Fatih arkadaşın mektubunu annesine okutmuş. Daha kırkı çıkmadı kocasının. Okurken bayılmış. Neden dalga geçiyorsun insanların acılarıyla? Tekrar yaşatıyorsun bu anları onlara?”
Çocuk kravatını ağzından çıkardı. Silgisini kayın ağacından yapılmış sırasına sürterken ağlamaklı sesiyle kekeledi:
“Dalga geçmek istemiyorum öğretmenim. Onları anlıyorum, onlarla konuşmak istiyorum.”
Acayip ikilemde kaldım. Taa 2016 daki gönderiye yorum yapınca blogu çok kurcaladığım belli olur (çok kurcamalamadım gerçi). Ama buna yorum yapmazsam da çok beğendiğim nasıl belli olacak?
Neyse sonuçta beğeni üstün geldi. Yorumu atıyorum. Finali çok beğendim bu finali takdir etmek için blogu çok kurcalamış görünmeyi göze alacağım. Here goes nothing.
Teşekkürler Yeşim, çok incesin. Bunu atölye gibi bir yerde yazmıştım, okuyunca kimse hiçbir şey dememişti 🙂 Ben de bu kurmaca bir şeyler yazma işi demek böyle olmuyormuş diye düşünmüştüm.