“Hayvanların dilsiz ve geri zekâlı oldukları için kendi adlarına konuşamayacakları tezine gelince; şunu bir dinleyin: Albert Camus gençliğinde henüz Cezayir’deyken, büyükannesi ona evin arka bahçesindeki kümesten bir tavuk alıp getirmesini söyler. Camus söyleneni yapar, sonra büyükannesinin tavuğun boyununu bir mutfak bıçağıyla kesmesini, yerler kirlenmesin diye tavuğun kanını bir kâseye akıtmasını seyreder.
Tavuğun ölüm çığlığı genç adamın hafızasında öyle derin bir iz bırakır ki, aynı genç adam 1958’de, giyotine karşı oldukça ateşli bir saldırıya girişir. Sonuçta, bir ölçüde bu polemik sayesinde, Fransa’da giyotinle idam cezası kaldırılmıştır. Şimdi, kim hikâyedeki tavuğun konuşmadığını iddia edebilir?””
J. M. Coetzee, Romancının Romanı, Can Yayınları, çev. E. Efe Çakmak, 2013 [2003], 2. basım, s. 131.
Webster, F. (2014). Theories of the Information Society (4 ed.). London & New York: Routledge.
Webster’ın kitabının 11. Bölümü olan “Enformasyon, düşünümsellik ve gözetim: Anthony Giddens” (Information, reflexivity and surveillance: Anthony Giddens) için sunum notları.
Giddens (1938 – )
Kariyerini sosyal teori ve modernitenin (17. Yüzyıldan bugüne) gelişimine adamış bir sosyolog. Sistem içi bir düşünce insanı. Tarihselcilik ve empirisizm karşıtı. Yorumsamacı denilebilir mi?
70’lerden günümüze çalıştığı konular: structuration theory (katmanlaşma, yapılanma), tarihsel sosyoloji, düşünümsel (reflexive) modernleşme, üretilmiş belirsizlik (manufactured uncertainty) hüküm sürerken alınan kararlar, pratik sonuçları üzerine çalışıyor.
3rd way (üçüncü yolculuk) ile ilişkilendirilir akademi dışında (New Labour, Bill Clinton, Tony Blair…). Son yıllarda politik mücadele alanına geçti. Önce sosyoloji tarihi üzerine, sonra yapılanma, sonra modernite, düşünümsellik, risk; şimdilerdeyse reel politik üzerine çalışıyor. Dijital devrim(?) üzerine de yazıyor.
Enformasyonun önemine dikkat çeken öngörüleri için konu ediyor Webster:
Enformasyon savaşı
Gözetim ve demokratikleşme
Giddens direkt enformasyon toplumu üzerine yazmaz, şüphe ile yaklaşır: Dönemi Radikal Modernite olarak adlandırır, modernite ile ilişkilendirilen özelliklerin artan bir hızda gelişimini görür.
Modern toplumlar başından beri bilgi toplumuydular. (Webster’ın çekincelerine uygun.) Enformasyonlaşan ilişkiler üzerine düşünülmeli fakat “yeni” bir enformasyon toplumuna girmiyoruz diye düşünür.
Modernite problematiği: Klasik sosyal teorisyenlerle ilişki içinde: Marx, Durkheim, Weber. Onlar gibi modernitenin ortaya çıkışıyla sosyolojinin de ortaya çıkışı ve amacını inceliyor: “geleneksel” toplumlardan kopuş:
Fabrika üretimi
Bürokratikleşme
Kentleşme
Bilimsel üretimin yükselişi
Doğayı yeni görme biçimleri
Kurumsal ve davranışsal dönüşümler…
Giddens Marx (kapitalizm), Durkheim (endüstrileşme), Weber (rasyonelleşme) yorumlarını yetersiz, basitleştirici bulur. Onların kenara ittiği iki ana meselesi vardır:
Yükselen gözetim
Şiddet, savaş ve ulus devlet
Gözetim fikri Foucault ve Weber’den etkilenir.
Enformasyonun kökeni, önemi ve gelişimine dair ilginç bir perspektif sunar.
Organization, observation and control
Hayat geçmişe oranla büyük ölçüde daha (organized) kurulmuş, organize.
Fakat bu demek değil ki, önceden daha özgürdük. Çok ciddi başka sorunlar vardı (açlık, doğa korkusu, kadınlara doğurma baskısı, yönetenlerin direkt baskısı, sınırlar..) Rousseau’cu bir “world before chains” hali yoktu.
Günümüzün rutin ve sistematik yönetilmişliği hapishanede yaşıyoruz anlamına gelmez. Artan özgürlüklerin daha iyi organizasyonel becerilerle ilişkili olduğu bile söylenebilir. Fakat başlangıç noktası şu:
“Yaşam önceden olduğuna oranla, çok daha organize olmuş durumda.”
Modern yaşamın organizasyonel becerileri: Eğitim sistemi & Besin alışveriş sistemi. Çok daha karmaşık örnekler verilebilir. Biz de bu organizasyona “güveniriz”.
Bölümün de teması olarak: Yaşam bilgisini sistematik olarak toplamalıyız, toplumsal bir yaşam sürebilmek için insanları tanımamız gerekir. “Rutin gözetim” efektif organizasyon için gerekli. Neyi ne kadar tüketirler vs. (Soru: bu günümüzde dönüşen bir şey olabilir mi? Aslında belki de gerekli değildir. Biten kaynaklar ile bitmeyen kaynaklar arasındaki ayrımı düşünebiliriz burada. Yemeği, çamaşır makinesini vs. kaç kişinin alacağı düşünülürek üretmek mantıklı ama bilgiyi böyle üretmeyiz. Burada fiziksel olan ve enformasyonel olan arasında bir ayrım konulabilir.)
Organizasyon ve Gözlem bir ikiz olarak modern toplumda birlikte gelişmişlerdir.
Yaşam gittikçe “gömülü” (embedded) olmaktan çıkıyor, “topluluk”lara ve “doğa”ya bağımlı değil. Böyle zorunluluklar geçip gitmiş durumda. Kollektif olduğu kadar kişisel kararlar da alınabiliyor. Bunun sonucu: kaderin, “bu iş böyle yapılır” vaazının inanılırlığını kaybetmesi. Doğal limitler zorlanıyor, ahlaki iddialara karşı geliniyor (Soru: bu çok önceden de olan bir şey değil mi? Yeni “popülerleşmiş” olabilir mi?).
Şunun insanlar hep farkında sürekli: Karşımıza gelen şeyler verili değil, toplumsal olarak kurulmuş.
Moderniteyle birlikte yükselen seçim fırsatları şunu çağrıyor: yükselen bir düşünümsellik. Fakat bununla birlikte gelen de yükselen bir gözetim (bilgi toplama).
Din de böyle bir duruma geldi, dine inanmak için insanların o dine dair bilgi alması gerekiyor. (Weber miydi, din de 1 günlük kültürel bir pratik haline geldi diyen?).
Seçim ancak olanaklara dair bilgi edinildiğinde elde edilir. Bu noktada medyanın rolü de artıyor.
Gömülü olmaktan çıkış (disembedding) artan bir düşünümsellik talep ediyor, geleceğe dair de önemli sonuçları var:
Risk yönetimi gerekiyor. (Evlilik öncesi birlikte yaşama üzerinden örnekler.)
Devlet & Şirket çevre, ulaşım, tarım vs. üzerine çalışırken de aynısını yapar: gözetim ve bilgi toplama
Paradoks: Geçmiştekilere göre yapabileceklerimizin sınırları çok daha geniş. Hayatlarımız üzerinde özgürlük ve kontrol haklarımız var. Fakat yine de onlara göre daha az emin, şüpheci, kararsız, belirsiz bir durumdayız. Geleneksel sonrası toplumda yaşam paradoks dolu.
Bugünkü dünya enformasyona dair doymak bilmez bir iştahla dolu, tüm gelenekleri sorgulayan, hayatı her aşamasında “kontrol altına almaya” çalışan bir mentalite. Kurumsal, siyasal ve kişisel olarak.
Paradoxes of modernity
Gözetim hakkında yazanlar hep olumsuz yaklaşırlar. Weber örnek verilebilir.
“Specialists without spirit, sensualists without heart”, “mechanised petrification”, “iron cage”, “rational-legal organization”.
Bunlar ışığında bir ayrım yapmak gerekli:
Individuation (bireyleşme, fert olma): Herkesin bir kişi olarak, tekil bir kayıt altına alınması, isim, doğum tarihi, iş yaşamı, tc kimlik vs.
Individuality (bireylik, bireysellik): Kendi kaderini elinde tutma, kendi isteğini yapma, yaşamında kontrol sahibi olma, -fakat toplumsal örgütlenmeyle tahlike altına girmiş durumda
Bu ikisi birbirine karşıt bir biçimde gelişmekte. Bireyleşme arttıkça bireylik olumsuz etkileniyor. Öte yandan özgürlüğün yolunu açmayı da sağlıyor. Oy vermek istiyorsak, bunu sağlamalıyız. Aynı şekilde, insanlara yardım edilmesi gerekiyorsa durumları tanımlanarak ve detaylandırılarak yapılmalı.
Şöyle bir premise olabilir: “İnsanlara dair bilgi toplanacaksa, bu onların yararına olmalıdır.”
Buna örnek olarak telefon hattı verilebilir (Bunu da WhatsApp vs. Telegram üzerinden sorunsallaştırabiliriz.)
Webster, kredi kartı bilgilerinin toplanmasını da, bir özgürlük yaratımı olarak değerlendiriyor.
Diğer paradoks: Komşuluk kültüründen çıkıp yabancılık kültürüne geçtik:
“Community” (cemaat, aile, köy vb.) den kentsel yaşamın yabancılarıyla yaşamaya (otobüs şoförü, tezgahtar, bakkal)
Burada Simmel’i anarak, kapalı topluluktan yabancılarla yaşamaya geçişin hem kafa karıştırıcı hem özgürleştirici yanlarını gördük. Baskıcı bağlardan sıyrılma, anonimleşme, dedikodudan ve alaydan kurtulma vs…
Cemaat – Şehir yapısındaki ayrımda oluşan paradoks: Aslında şehirde işleyişi sürdürmek için çok daha fazla/detaylı bilgi toplanıyor bireye dair:
Toplanan bilginin doğası farklı
Pre-modern: konuşma ve hafızaya dayalı
Modern: dijital ve yazılı kayıtlar (izler), banka servisleri vs.
(Burada toplanan bilgiler sorunsallaştırılabilir… Toplanan bilginin doğası, ne işe yaradığı, ötekinin bilmesinin kişi için ifade ettiği anlam, “kim”in bildiği, bilgi toplanan kişinin görece anonimliği, bilgi toplamanın “önlenemezliği” vs.)
Webster Manichean (ahlaki dualizm) pozisyon’dan kaçınmayı öğütlüyor: “Daha çok veri toplanıyor, bireyin özgürlüğünü daha kısıtlıyor, organizasyon arttıkça otonomi azalır” gibi basite indirgememek lazım.
The nation state, violence and surveillance
Giddens artan gözetim ve organizasyon için dikkatini büyük ölçüde (ulus) “devlet”e veriyor. “Toplum” ve “ulus devlet” ayrımını yapmanın önemine dikkat çekiyor.
Giddens’ın argümanında merkezi bir nokta: Sınırları çizili bir alan ile tanımlanan ulus devlet için, egemenliğini sürdüğü alanda “enformasyon”un özel bir değeri var. Bu açıdan, Giddens’ın meşhur alıntısına göre, modern devletler başından beri enformasyon toplumuydular, ulus devletler merkeziyetçi yönetim adına bunu katmerledi (Burada Bauman’ın Küreselleşme metni örnek verilebilir, şehir plancılığını tartıştığı kısım.)
Otoriter kaynaklarını (iktidar ve denetleme) bilmeli
1] Modern dünya “ulus devletler” ile kurulmuştur. Küreselleşme süreçlerini es geçmek değildir bu elbet.
Bu düşünceyi destekleyen: Anti-AB eylemleri, ulusal maçlar/olimpiyatlar, siyasal hareketler
Milliyetçiliğin otokratik, ırkçı, savaşçı görünümleri, etnik temizlikler. Etrafında bir sürü mitik geçmiş öğesi var.
Marksistler de kabul etmeli ki işçi sınıfı “ulus devlet” söylemine “tüm dünyanın işçileri birleşin” iddiasından daha sıkı sarıldı. Fakat, “ulus” aidiyeti aynı zamanda da bir dışlamadır. Şöyle bir çağda:
Büyük ölçekli göçler
Ulusa dair yasal kavramsallaştırmalar (pasaport, yurttaş hakları vs.)
Bu dönüşüm hisler, anlamlar, ittifaklar ve kimliklerin yer aldığı kültür alanında daha gergin ve zehirli bir ortam yaratabilir.
Endüstriyel kapitalizm ulus devletlerinin çözülmesini değil, aksine güçlenmesini sağladı. Ulus devlet mali, eğitim, refah devleti, yasaya ve düzene dair uygulamaları gibi açılardan sosyal hayatı da belirleyen başlıca faktörlerden oldu.
Ulus devlet kendisini ezeli ve ebedi gibi gösterse de tarihi oldukça kısa (en fazla birkaç yüz yıl). Ne zaman sona ereceği bilinmez. Birçok devlet kendi içlerindeki uluslaşma niyetleri tarafından tehdit ediliyorlar
2] Ulus devletler yeniler ve yeniden düzenlenmeye açıklar fakat bir diğer ortaklıkları var: çoğunlukları savaş koşullarında kuruldu ve güven verici askeri savunma stratejileriyle ayakta kalmaktalar. Ulus devlet için savaşma ve savaşa hazır olma temel bir özellik.
Benedict Anderson ulus devlet için “iktidar kurumlarının” (institutions of power) bilgi kaynaklarıyla ilişkisini tartıştı: haritalar ve nüfus sayımları.
Harita: sömürgeciliğin işleticisi (tekniğe dair)
Devletin kontrolü altındaki her şeyi (kişiler, bölgeler, dinler, diller, ürünler, yapılar vs.) modelleyebilecek arayışlar var: “total surveyability”, “a totalizing classificatory grid”
Daha az dramatik olarak ifade edersek: Ulus devletin tanımı belli bir bölgede egemenlik olduğundan “savaşa hazır olmak” tüm ulus devletlerin zorunlu oldukları bir durum diyebiliriz.
3] Modern savaş/savunma 20. yy’da “toplumun genelini” çok daha büyük oranda etkileyen bir mesele haline geldi. (Roger Stahl, Militainment, Savaş Oyunları A.Ş.) 20. yy’da savaşlarda hayatını kaybedenlerde (savaşan ve sivil halk) artma oldu (öyle mi, bak?). 1. Dünya Savaşı savaş ölümleri açısından dönüm noktasıydı, can kayıpları tahmin edilemez noktalara ulaştı. 39-45 arası 45M kişi hayatını kaybetti.
Savaş hali, “endüstriyel aktivite” ve “savaşa hazır olma hali” ile ilişkili olarak toplum yapısının derinlerine nüfuz etti. Giddens’a göre 1. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında kimyasallar, enerji, mühendislik gibi bilimsel uğraşlar savaş ile iç içe girdi. (Klasik new-media örneği olarak Arpanet verilebilir.)
Savaş ve savunma sanayi, endüstriyel gelişim ile şekillenen bir pratik oldu, “savaşın endüstriyelleşmesi” denebilir buna da 1914-1970 arası için (Industrial Warfare). Kitle seferberliği ve endüstriyel üretim/savaş becerisi arasında yakın bir bağı imleyebiliriz.
Information War
Endüstriyel savaş hali, zamanla yerini enformasyon savaşına bıraktı (Information War):
(Olası) düşmanları gözlemek
Kaynakları enformasyon ekseninde ayarlamak
İçeride ve dışarıda kamuoyunu (-n algısını) yönetmek
Bilgi teknolojileri her alana girdi. Enformasyon kaynaklı silahlar (düşmanı gözleyen uydular, akıllı silahlar, vur-unut). Paradigmatik dönüşüm: artık bilgi/teknik sadece rakibi izlemek değil (Soğuk Savaş) aynı zamanda kendi eylemlerini belirleyen bir araç/(ajan?) haline geldi.
Enformasyon Savaşı’nın ayırt edici özellikleri:
Denizaşırı sistemleri yönetmek için dayanıklı komuta ve kontrol (command and control) sistemleri. Günümüz savaşı için bilgisayar iletişimi şart. Aynı anda hem güç hem zafiyet. Ele geçirilebilir.
Sovyetlerin çöküşü, soğuk savaşın bitişi, süper güçlerin sahneden çekilişi Castells’in deyimiyle “anlık savaşlar” (instant wars) problemini üretti. Küçük karşılaşmalar: yol kenarında bombalamalar, intihar eylemleri. Toplumun genelini duygusal olarak etkileyen olaylar.
Enformasyon savaşı toplumun mobilizasyonunu gerektirmiyor. “Askeriye”den “bilgi savaşçıları”na geçiş var, küçük bir profesyonel asker grubu karar alabiliyor. Seçkin bir askeri sınıf, teknik bilgi gerektiren cihazlarda çalışarak savaş halini yürütebiliyor. (Burada Snowden örneği verilebilir. Yine risk içeren bir uygulama.)
“Algı yönetimi”ne çok önem veriliyor. Kamunun mobilizasyonu savaşa katılma değil de demokratik olarak savaşı destekleme/reddetme üzerinden kuruluyor. Algı yönetimi, pek çok veçheleriyle önemli, yaşayarak öğrendi devlerler. 1991 Körfez Savaşı ilk imtihandı. İmajlar ortadaydı.
Enformasyon Savaşı aşırı derecede gelişmiş teknolojilerle yapılıyor. Hem askeriyeye hem enformasyon araçlarına epey yatırım yapılıyor.
Savaş alanı da dijitalleşti, siber-savaş teknolojileri gelişiyor.
Genel bir endüstriyel üretim, çaba ve yığılım gerekmiyor. Son teknoloji üretime ulaşmak yeterli oluyor.
“Esneklik” savaş için de geçerli. Hareketli olma, çabuk karar verme, hızlı tepki önemli.Oyun teorisi ve simulasyonlar önemli. “Belirsizliğin kesinliği” (certainty of uncertainty).
Önceden programlanan kararlar, otomasyon. (Sorulabilir, savaşta böyleyse gittikçe gündelik hayatta da böyle olacak denebilir mi? Toplum, askeriyeyi takip ediyor bazı açılardan.)
Symbolic struggles
Enformasyon savaşının bir yönü sembolik ve yoğunlaşan medya yayılımı. Savaş daima medyatiktir fakat artık internet siteleri, e-mail’ler, haber gruplarına yayılıyor. (Kentte şöyle bir dolaşarak küresel savaşlar hakkında bilgi edinilebilinir.)
Geçmişe göre (radyo, tv, gazete) savaş haberlerini yapan medya organları da küreselleşti.
Eskiden birinci elden deneyimlenen savaş artık medya dolayımıyla “izleniyor”. (İnönü patlaması).
“We are safer from war than ever” (Bu sorunsallaştırılabilir, Türkiye için). Gözlemci olarak haberdar oluyoruz. Enformasyon savaşını çok az kişi yürüttüğü için bizzat savaşanlarla çok daha az muhattap oluyoruz. Öte yandan savaşlara dair ön tartışmalar, haberler, stratejik planlamalar vb. Şeylere dair öncesine göre kat be kat daha haberdarız (http://mideast.liveuamap.com). Rus kışını hissetmesek de. Her an bir şeyler patlak verebilir. Giddens bu duruma yoğunlaşmış düşünümsellik (intensified reflexivity) diyor.
Her alana yayılan medyanın da önemini belirtmek gerekli. 24/7 servisler, ulusaşırı haberler, bilginin anında ulaşımı… Medya da dönüşmekte: yakınsama ve eklemlenme (convergence and integration). Guardian basılı/internet örneği.
Vietnam Savaşı’nda sınırsız erişim verildi, sonuçları ağır oldu. Sonrasında “embedded gazeteciler” vb. şekillerde ulus devletler bilgi akışını kontrol altında tutmaya çalıştılar. Yine de işbirliği yapmayan gazeteciler oluyor (Vimeo’da izlediğim, Kürdistan’a giden NY’lu fotoğraf sanatçısı, VICE. Tabi bu kişilerin etki alanı da düşünülmeli. Joey L. – Guerilla fighters of Kurdistan).
Medya araştırmaları yapanlar genelde haberleri izler ve iktidar/devlet tarafından nasıl yönlendirildiklerini saptarlar. Fakat bugün medya üretimi için bu bakış modası geçmiş bir bakıştır. Şu an daha muğlak bir durum var. Sadece “bizim çocukları destekleyin” yok çünkü medya da ulusaşırı güçlerin barındığı bir alan. İnternet, bloglar, yurttaş gazeteciliği vs. ile alan daha çok mücadeleci gücün savaştığı bir alan haline geldi. Bu çoğulculuğun artması değil savaşıma giren güçlerin artması olarak okunabilir. Fakat şu da var, artık haberler “resmi” makamların sansürüne o kadar takılmıyor. (Türkiye için durum yine biraz daha çetrefilli).
Surveillance and national defence
Soğuk savaşın bitişiyle savunma kurumlarının ortadan kalktığını söyleyenler olabilir. Soğuk savaş gözetim için bir varoluş sebebiydi fakat hala bu sebepler üretilmekte (Ortadoğu). Bu alanda hala ciddi çalışmalar mevcut.
Uydular vb. Araçlarla gizli gözetim sürüyor.
Ülkeler sadece ülke dışı düşmanlarını değil kendi vatandaşlarını da gözlüyorlar (Devletin bankalara erişimi var mesela. Bitcoin vb. araçlarla bankacılık da ulusaşırılaşırsa bu dönüşebilir.).
Öte yanda terörist saldırlar da artmakta. “İçimizdeki düşman”ı aramak için yapılan çalışmalar gözetimi artırıyor. İçeride ve dışarıda artan gözetim çabaları ise David Lyon’un “kategorik şüphe” (categorical suspicion) diye adlandırdığı durumu doğuruyor.
Human rights regimes
Enformasyon savaşlarının paradoksal etkileri var. Öte yanda “insan hakları” iddiaları yükseliyor. Yerel muhalif sesler öyle ya da böyle duyuluyor. Sebepleri:
Demokrasinin yayılımı
Daha fazla haber dağılımı
TV belgeselleri
Modern seyahatler
Af Örgütü, Sınır Tanımayan Doktorlar gibi NGO’lar
Bu örgütler/çabalar tekil bir mesaj vermek yerine “global vatandaşlar” olarak hak ihlallerine dikkat çekiyorlar. Bir şey yapmalı diye düşünüyorlar.
Küreselleşme ve komünizm fikrinin çöküşüyle entelektüeller de kendilerinden çok uzaktaki hak ihlallerine dikkat çekiyorlar.
Giddens’ın “düşmansız devletler” (states without enemies) görüşü. Köktenci (fundamentalist) örgütlerle mücadelelerin doğuşu. Bu bir dönüşüm anlamına geliyor, Havel’in de altını çizdiği üzere, devletlerin pozisyonları bu durumlarda kendi sınırlarını korumakla ilgili değil, dünya barışı ile ilgili bir hale geliyor. 2. Dünya Savaşı ve Nazi Almanya’sının Yahudi’lere yaptıklarını düşününce bu yeni bir gelişme.
Eskiden çok fazla ölüm olurken bunlar bir şekilde geçiştirilebiliyordu. Bugün savaş cinayetleri kayıt altına alındığı ve kamuoyunda etki uyandırdığı için daha kaçınılan şeyler. Öte yanda Suriye’deki savaş bir şekilde yürütülebiliniyor. Medyanın olayları iletimi de asimetrik güç ilişkileriyle bağlantılı.
Citizenship and surveillance
Şu ana kadar Enformasyon Savaşı bağlamında ulus devleti askeri yapılanmalarıyla gözetimin ilişkisinden bahsedildi fakat bu gözetimin başka bir yönü daha var: devletin yurttaşlarıyla ilişkisi.
Ulus devletin sınırlarını koruyabilmek için önce sınırları içindeki çalkantıyı durdurması gerekiyor. Giddens buna “dahili pasifleştirme” (internal pacification) diyor. İlk adım, nüfus sayımı. Tarihi ise 19. yy sonlarına gidiyor. Giddens’a göre yönetsel güç kendi iç düzenlemelerine dair enformasyon toplamadıkça işleyemez. Askere almak için erkeklerin takibi… Vatandaşlık ülkede yaşayan kişi yurtdışına çıktığında vb. Durumlarda ülkesiyle kontratını sürdürmesi anlamına gelir.
Refah devletinin faydaları da kitle gözetiminin temel uygulamalarındandır. Bu sayede yurttaşlar sürekli olarak sınıflandırılır, “kategorik ilgi” işler.
Dangers of surveillance
Ulus devletin gözetim ihtiyacı yurttaşlarının “güvenlik ihtiyaçlarını” ya da “hak ve görevlerini” belirleme ihtiyacından doğuyor ve bir “gözetleme toplumu” ortaya çıkıyor.
Kişiler hakkında polis dosyalarının tutulmasının o kişilerin adil yargılanmaları ve tutuklanmalarıyla ilgili sorunlu ilişkilerini inceleyen yoğun bir literatür var.
Devlet gözetimine dair iki temel çekince var:
Güvenlik servisleri iş edinme, sağlık ve banka kayıtlarına ulaşabilir
Alakasız veritabanlarının karışması
Dijitalleşen kayıtlarla birlikte bunların kesişmesi daha olanaklı. Elektronik kimliklerle “kişisel portre”nin oluşumu ihtimali söz konusu. Devlet için verimli bir çözüm bu.
Öte yandan, gizli verilerin kaybedilme ihtimali var.
Burada Panoptikon tartışması devreye giriyor. Jeremy Bentham’dan Foucault’ya uzanan panoptikon literatüründe, elektronik cihazlarla günümüzde bu durum epey olası.
Toplanan veriler vatandaşların yaşamlarının dönüşmesine de hizmet ediyor. Boşanma oranları. Bu da reflexive modernization ile ilgili.
Bauman’ın “post-panoptican” iddiaları: tek bir merkezden değil, her yerden gözetlenme. Ağaçlar yerine otlar metaforu. Manuel de Landa’nın askeri gözetim görüşleri bir “makine görüşü” (machine vision) öngörüsünde bulunuyor, gördüğü her şeyi kategorize eden bir program, bu anlamda “panspectron”, yani “optik olmayan istihbarat toplama makinesi”.
Şunu anlamak gerekli: gözetim modern toplumların temel uğraşlarından ve buna karşı mücadele için temel, tekil, basit bir siyasal programdan söz edilemez.
Corporate surveillance
Ulus devlet üzerinden ilerleyen bu gözetim tartışmasında sermayenin de gözetleme sistemlerini unutmamak gerekir. Giddens da es geçmez bu yanı. Sermaye için de yatırımlarını garantiye almasının ve operasyonel stratejiler geliştirmesinin en iyi yoludur. Yöneticiler sermaye ilgilerini bu yönde artırmak için inceler, analiz eder, planlar.
Taylor’un işin efektifliğini artırma amaçlı yürüttüğü tartışmalar burada önemli. Yönetilenler üzerinde ne kadar kontrol sağlanması gerektiği, işin “beyin takımı” ve “kol gücü” olarak karakterize edilişi.
Şirket kapitalizmi 20. yy başından beri 3 açıdan gelişti:
Şirketler mekansal olarak genişledi (ulusal ve ulusaşırı)
Konsolidasyon gerçekleşti, birkaç şirket monopoli kurdu
Şirketler toplumun derinliklerine nüfuz etmeyi başardı, herkes müşterileri.
Sosyal medya kullanıcılarının satılması… Bir servis ücretsizse, ürün sizsiniz.
Temas noktaları
Bauman, Küreselleşme
Harita kullanımı (bilgi toplamanın geleneksel modaliteleri)
Bauman’da ulus devletin düşüşü ve Giddens’da önemi karşılaştırması
Bauman’da panoptikon’un düşüşü, hapishane örneği, Giddens’daki iki yönlü gözetim tartışmaları
Zaman/mekan ilişkileri (Bauman, Giddens, Harvey)
Genel olarak yorumların ve tespitlerin Batı-merkezli, hatta gelişmiş kentler üzerinden oluşu
Ulrich Beck, Risk Toplumu
Otomasyon ile yok olacak işler üzerine yürütülen tartışmalar
Zizek, Tamagotchi
Burada ne diyeceğim emin değilim, güzel bir anektod olarak Zizek & Sanal Bebek
“Bu kadar bilgi topluyorlar, bana daha iyi önerilerle gelsinler artık, bilmeleri lazım neyi nasıl sevdiğimi, istediğimi…”
Giddens’ın gözetimi olumlayan yorumlarına dair IT-nerd örneği
Algorithms to Live By – Brian Christian, Tom Griffiths
Düşünümselliğin günümüzde ulaştığı uç noktalardan, yaşamı algoritmalarla yaşamak
Weapons of Math Destruction – Cathy O’Neill
Gözetimin günümüzde nasıl otomasyona bağlandığı, günlük yaşamdan bir vaka
Adam Curtis, Hypernormalisation (documentary)
Belgeselci Curtis’in toplumu nasıl okuduğu, Webster’ın farklı okumaları birlikte değerlendirişi, topyekun bir analizin imkanı, post post post kavramlar yaratma üzerine
IŞİD & Las Vegas Saldırısı: risk, teknolojinin getirdiği zarar ihtimali
Güncel bir vaka analizi, gündelik risk, teknoloji ve medya görünürlüğü ile ilişkisi
Beck, Giddens, Bauman: üst seviye soyutlamalar, empirik veri üzerine kurulmayış, kolay yanlışlanabilirlik
İnsanlara, topluma dair toplanan bilginin amansız artışı vs. geleceğin mutlak kestirilemezliği paradoksu (Bauman, Guardian)
“Öndeyişte Zerdüşt’ün insanlığa, Tanrı’nın ölümü olayının ve nihilizmin hükümranlığının ötesine nasıl geçilebileceğini göstermek amacıyla yaşamın yasası olarak kendini alt etmeyi öğretmeye çalıştığını görürüz. Öncelikle, insanın bir erek değil yalnızca bir köprü olduğunu öğrenmemiz gerekir; hayvanla Übermensch arasına bağlanmış bir iptir insan; dipsiz bir uçurumun üzerinde bir köprü, tehlikeli bir yolculuk. Kendini-alt etmeye yönelik bu arzunun karşıtı ise, “son insan”ın yaşama yönelik tavrını belirleyen kendini-koruma arzusudur. Son insan, mutluluğu keşfetmiş olan ve kendini korumaktan hoşnut bir insanlığı ifade eder; bundan böyle riske atılmaya veya denemelere girmeye inanmaz, artık gerçekten hiçbir şeye inanmaz. Tutku veya bağlanımdan yoksundur. Bu tip bir insanlığın tutumu da, her bakış açısı eşit değerde kabul edildiğinden, artık hiçbir beğeni ayrımı veya yargısının bulunmadığı boş bir göreliliğin tutumu olacaktır olsa olsa; ne iyi ve kötü, ne zengin ve yoksul, ne hükmeden ve itaat eden, ne yöneten ve yönetilen olacaktır: “Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır: Her kim ki aksini düşünür, kendi isteğiyle tımarhaneye gider”. Öndeyiş, Zerdüşt’ün müritler değil, “dost-yaratıcılar ve şölen arkadaşları” olarak adlandırdığı yoldaşlar aradığım ilan etmesiyle sona erer. O, sürünün çobanı olmayacaktır, örnekleme yoluyla öğretecektir yalnızca, “Gökkuşağını göstereceğim onlara ve Übermensch’e çıkan merdiveni”.
Nietzsche, üstinsan nosyonuyla, soylu bir insan eylemliliği nosyonunu yeniden kurmaya çalışır. Son insan yalnızca maddi teselli peşindeyken, üstinsan yaşamını büyük eylemler uğruna harcamaya hazırdır. “Üstün” olmak, isteyerek iyinin ve kötünün ötesinde durmak anlamına gelir. Sürünün anladığı anlamda ahlâkın “ötesinde” olmak demektir. Yaratıcı eylem, yeni kurallar ve yeni normlar kurduğu için kaçınılmaz olarak ahlâk yargısının ötesine geçen eylemdir (“deha”dan anladığımız şey de budur). Yaratıcı olmak, kişinin erkelerini anında harcaması ve eylemlerinin sonuçlarını sezinlediğinde, yapacağı şeyden caymaması demektir.”
Keith Ansell-Pearson, Kusursuz Nihilist: Politik bir Düşünür Olarak Nietzsche’ye Giriş, çev. Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları, 1998 [1994], s. 138.
“Adı: Ulrike. Soyadı: Meinhof. Cinsiyeti: Kadın. Yaşı: 41. Evet, evlendim. Sezaryen doğumlu iki çocuğum var. Evet, eşimden boşandım. Mesleği: Gazeteci. Milliyeti: Alman.
Bundan sonra dört yıl boyunca modern bir devletin modern bir cezaevine kapatıldım. Suç?
Özel mülkiyete ve onu koruyan yasalara saldırıda bulunmak. Ve mülk sahiplerinin, özel mülkiyet haklarını sınırsızca genişleterek, her şeyi mülkiyetlerine almak istemelerine karşı koymak.
Her şeyi, ama her şeyi: Beynimizi, düşüncelerimizi, sözcüklerimizi, tavırlarımızı, duygularımızı, işlerimiz ve aşklarımızı, kısacası tüm yaşamımızı.
Hukuk devletinin patronları, bu nedenle beni yok etmeye karar verdiniz. Kutsal yasalarınıza boyun eğildiği sürece yasalarınız herkes için eşittir. Kadının özgürlük ve eşitliğini en üst düzeylere eriştirdiniz; gerçekten bir kadın olarak beni bir erkek gibi cezalandırdınız. Size teşekkür ederim. Beni cezaevinden daha berbat bir yere koyarak ödüllendirdiniz. Morgdan da soğuk ve aseptik bir yerde ve “duyu organlarımı körelterek” bana işkencelerin en büyüğünü yaptınız. Yani deyim yerindeyse, beni sessiz bir hücreye gömmüş oldunuz. Beyaz bir sessizlik, beyaz bir hücre, beyaz duvarlar, beyaz döşemeler, kapının sır işlemesi bile beyaz, masa, sandalye ve yatak, tuvaletten bahsetmek yersiz zaten. Neon lambası beyaz, hep yanık duruyor: Gece gündüz. Gece hangisi, gündüz hangisi peki? Nasıl bilebilirim? Pencerenin arasından sürekli olarak beyaz bir ışık sızıyor. Sahte bir ışık, pencere gibi sahte, beni beyaza boyayarak buraya kapattığınız gibi sahte. Sessizlik. Dışarının sessizliği, ne bir ses, ne bir gürültü, ne bir insan sesi. Ne koridordan geçip giden işitiliyor, ne de açılıp kapanan kapılar. Hiçbir şey!
Tümü sessiz ve beyaz. Beynimin içi sessiz ve tavan gibi beyaz.
Sesim beyaz çıkacak, konuşmayı denersem.
Beyaz tükürüğüm ağzımın kenarında bir burukluk bırakıyor. Gözlerimin içi, midem, boş atan damarım sessiz ve beyaz.
Sesim beyaz çıkacak, konuşmayı denersem.
Beyaz tükürüğüm ağzımın kenarında bir burukluk bırakıyor. Gözlerimin içi, midem, boş atan damarım sessiz ve beyaz.
Bir akvaryumda yelpaze yüzgeçlerini kaybetmiş, sessizlikte batmamaya çalışan bir Japon balığı gibi çekingenim. Sürekli olarak kusma duygusu hissediyorum. Beynim, odaya süzülen ışığın boşluğunda kafatasımdan kopuyor. Çamaşır makinesindeki deterjan köpükleri gibi yükselen tozların hepsi üzerimde: Onları temizliyorum, yan yana diziyorum… Yeniden üzerime yapışıyorlar… Yoo, hayır! Hayır! Onları durdurmalıyım. Beni delirtmeyi başaramayacaksınız… Düşünmeliyim! Düşünmek! İşte düşünüyorum: Sizi, bu akvaryumun kristal camına burnunuzu ezerek dayamış ve beni hapsetmiş olmanın ilginçliğini izlerken görüyorum. Gösteriye bayılıyorsunuz… Direnç göstermemden korkuyorsunuz… Benim gibi olan diğerlerinin, işçilerin ve yoldaşlarımın tasarladığınız güzel dünyanızı bozmanın arayışında olduklarından korkuyorsunuz.
Göz alıcı renklere boyadığınız çürümüş ve grileşmiş dünyanızdan dışlayıp, tüm renkleri yasakladınız bana, ne gülünç!
İnsanlar hiçbir şeyin farkına varmadan tüm renkleri tüketsin diye zorladınız onları: Ahududu şurubunu çiğ kırmızıya boyadınız, kanser yaptığı kimin umurundaydı, aperatifleri yaldızlı portakal rengine. Zümrüt yeşili, krom sarısı yağlar ve reçellerin zehirli renklerini çocukların midelerine indirdiniz.
Delirmiş palyaçolar gibi boyadınız kadınlarınızı bile… Yanaklara pespembe, göz kapaklarına Cezair moru ve menekşe mavisi, dudaklara zencefil kırmızısı ve karnavalın tüm renklerinde tırnak cilaları: Altın, gümüş, yeşil, turuncu hatta kobalt mavisi bile…
Ve beni beyaza zorlayın, çünkü beynim bir sürü renkli kâğıtlar arasında paramparça oldu: Korkunuzun lunaparkının ve karnavallarının renkli kâğıtları. Evet, çok güvenli görünüyorsunuz ama büyük bir korku sizi delirtmeye ve katılaştırmaya yetiyor. Bu nedenle her yeri saran renkli neon ışıklarına gereksinim duyuyorsunuz. Ve vitrinler, sesler, gürültüler, radyo, televizyon… her yerde büyük ses dalgaları; mağazalarınızda, evlerinizde, arabalarınızda, fabrikalarınızda, kafe-barlarda, aşk yaparken yatağınızda bile.
Oysa beni bu korkunç sessizliğe mahkum ettiniz… Çünkü dünyanızın, dünyaların en iyisi olmadığına dair korkunç kuşkularınız var…
Beni bu akvaryuma kapatmanızın tek nedeni var… Hayır, sizin yaşamınızı onaylamıyorum. Hayır, sizin şeffaf giysili kadınlarınızdan biri olmak istemiyorum. Cumartesi gecesi, bir restorandaki masanızda çeşitli yabancı menülerle ve budala ama bağıran müzikle küçük gülücükler, aptal tebessümlerle baştan çıkartan bir kadın olarak sunulmayı istemiyorum. Ve o mahzun ve göz süzen ve bazen deli, öngörüsüz ve aptal ve çocuksu ve ana ve orospu ve aniden sizin hiç eksik etmediğiniz banal bir fıkraya kibarca gülümsemeye kendimi zorlayan biri olmakta [sic] istemiyorum. Ah, işte hafif bir hışırtı: Kapı açılıyor, bir gardiyan görünüyor. Ve bana sanki saydammışım ve burada yokmuşum gibi bakıyor. Hiçbir şey söylemiyor, ama elinde öğlen yemeği için getirdiği bir tabak var. Masanın üzerine bırakıp gidiyor. Kilitliyor. Yeniden sessizlik.
Dario Fo, Kadın Oyunları, çev. Füsun Demirel, Açılım Yayınları, 2003 [1978], 3. basım, s. 83-6.
“Raissa’da yaşam mutlu değil. İnsanlar yollarda ellerini ovuşturarak yürüyor, ağlayan çocuklara küfrediyor, elleri şakaklarında nehir boyundaki parmaklıklara dayanıyor, her sabah kötü bir rüyadan uyanıp bir yenisine başlıyorlar. Parmakların elden kayan çekiçlerin altında her saniye ezildiği ya da ellere iğnelerin battığı tezgâhlar arasında ya da dükkân sahipleri ve bankacıların hesap defterlerindeki eğri büğrü sayı sütunları üzerinde ya da meyhanelerin çinko tezgâhlarında duran dizi dizi boş bardağın karşısında sürüp gidiyor bu rüya, neyse ki öne eğilmiş başlar var da kötü bakışlardan kurtuluyorsun. Evlerin içinde durum daha da berbat, içlerine girmen de gerekmiyor görmek için: pencerelerden kavga sesleri ve kırılan tabakların gürültüsü geliyor.
Gene de Raissa’da, son engeli atlarken kendisine gülümseyen zabite âşık saygıdeğer hanımefendiye yarışlarda caka yapmak için aldığı beyaz dantel şemsiyeyi iyi fiyata sattığına sevinen şemsiyeciye çardağın altında sos dolu bir tabağı keyifle uzanan meyhaneci kıza iskelenin tepesinden, “Güzelim dur da banalım şunu” diye bağıran duvarcının düşürdüğü mısır ekmeği parçasını kapmak için bahçedeki küçük deponun çatısına atlayan köpeğe pencerenin birinden gülen bir çocuk görürsün daima; zabit mutludur, ama gökyüzünde uçak kekliğe bakarak engellerin üzerinden uçan atı daha da mutludur, ressamın, kafesini açarak salıverdiği kuş mutludur, filozofun sözlerinin bulunduğu kitabın o sayfasındaki minyatürde, sarı ve kırmızı noktalarla çalışarak tüylerini bir bir boyadıktan sonra kuşu salıveren ressam mutludur. Şöyle der filozof: “Hüzün kenti Raissa’da da, bir canlı varlığı diğerine bir an için bağlayıp çözülüveren, sonra dönüp hareketli noktalar arasında tekrar gerilerek anlık yeni figürler çizen ve böylece bu mutsuz kente, her saniye, varlığından bile habersiz olduğu mutlu bir kent kazandıran görünmez bir iplik dolaşıyor.””