Roman yaşamın kendisi ile bu kadar benzerliğe sahip olduğundan, değerleri de bir dereceye kadar örtüşmektedir. Ancak öyle görünüyor ki çoğunlukla kadınların değerleri karşı cins tarafından ortaya çıkarılan değerlerden oldukça farklıdır; bittabi böyledir bu. Geçerli olan eril değerlerdir. Basitçe anlatmak gerekirse futbol ve spor ‘önemli’ iken modaya hayran olmak, alış veriş yapmak ‘önemsizdir’. Bu değerler kaçınılmaz olarak yaşamdan kurmacaya aktarılır. Bunun önemli bir kitap olduğunu farz eder eleştirmen; çünkü savaş hakkındadır. Bu ise önemsiz bir kitaptır; çünkü misafir odasındaki kadının duygularından bahsedilir. Bir savaş sahnesi, bir mağazada geçen bir sahneden çok daha önemlidir; değer farklılıkları her yerde, daha kurnaz bir şekilde sürdürür varlığını. Böylece, eğer yazar bir kadınsa, on dokuzuncu yüzyılın başlarında roman yapısının bütünü yavaşça çizgisinden çıkarılan ve açık görüşü dış otoriteye göre değiştirilen bir zihin tarafından oluşturulurdu. Yazarın eleştirildiğini tahmin etmek için yalnızca bu eski, unutulmuş romanlara göz gezdirmek ve yazıldıkları ses tonunu dinlemek yeterli olacaktır; bunu kızgınlıkla söylemiş, şunu sakince. “Yalnızca bir kadın” olduğunu kabul etmişti ya da “en az erkekler kadar iyi” olduğunu savunmuştu. Yaratılışı gereği bu eleştiriyi uysallıkla, mahcubiyet içerisinde ya da öfkeyle, şiddetli bir şekilde karşılamıştı. Nasıl olduğu önemli değildi; bir şeyi düşünürken o şeyin kendisini düşünmemişti aslında. Merkezinde bir hata vardı. Kadın yazarların romanlarını düşündüm; meyve bahçesindeki lekeli, küçük elmalar gibi dağınık bir şekilde serilmişlerdi Londra’daki sahaf dükkânlarının içinde. Onları çürüten tam ortalarındaki hataydı. Yazarları, değerlerini başkalarının düşüncelerine göre değiştirmişti.”
Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda, çev. Nilay Öztürk, İthaki Yayınları, 2016 [1929], 2. basım, s. 83-5