Kendimi kabullenmekte zorlanmadım ama başka da hiçbir şeyi, hiç kimseyi kabullenemedim. Başka bir şeye ait en ufak kabulüm kendi reddim olacaktı. Hesabı buna devirmedim. Kendimi de hesaplamadım. Sıkıntımı engin ve derin zannederdim. Bir zaman sonra baktım ki sıkıntım dünyayı kuşatacak ve başka herkesi de sıkacak genişlikte değil. Dünya o zaman başıma yıkıldı. Çünkü bazı başka sıkılanların sıkıntısı ve bunu dile getirişleri benim sıkıntımı tanımlıyor onu anlamlı ve önemli hale getiriyordu. O zaman benimkinin sıkıntıdan çok bir darlık, benim hâlimin de bu darlıkta sıkışma olduğunu anladım. Dünya diye dar bir yere girdiğimi düşündüm. Bunu anlamak beni o kadar daralttı ki bu darlıkta artık ne bedenim ne varsa ruhum soluk alıp kıpırdayacak bir yer bulamadı. Soluksuz kaldım. Kendime uzun uzun baktım. Başkalarına uzun uzun baktım. Uzun uzadıya bakacak uzunlukta ve genişlikte fazla bir şey olmadığını yaşayanların ve yaşamanın ince uzun dar bir çizgide arkaya zor dönülür ve görülür bir darlıkta sıkışmak ve güçlükle ve tek yöne iradesiz ve amaçsız bir sıkıntılı yürüyüş olduğunu iyice anladım. Kimse başka bir şey söylemesin. Söyleyemeyeceğinden değil; dinlemeyeceğimden.”
Şule Gürbüz, Öyle Miymiş, İletişim Yayınları, 2016, s. 50-1.