Site icon yalpertem

Duras, Yazmak’tan

Duras’ın devam edişinin itici gücü ilk olarak yazmak ama bunun bir adım ilerisinde de hep bir yapıt -onun için sadece kitap var gibi- fikriymiş. ‘Duramayan’ yazarlardan gibi görünüyor bu geriye dönük bakışında. Sık sık yalnızlığı, sonrasında da destekleyicileri, viskiyi ve ne yazacağına dair fikri olmadığındaki sonsuz olasılıkların heyecanını anıyor.

Yazmanın diğer pek çok edime göre sadece tek başına, yalnızlıkla yapılışına dair pasajı yürüyüşü ve Madeleine’i çağırdı, Vertigo’daki şu “Sadece tek başına olan dolaşır, iki kişi daima bir yere gidiyordur” düzeltmesini.


“Yazının yalnızlığı, o yalnızlık olmaksızın yazı ediminin gerçekleşmediği ya da yazacak daha başka ne kaldığı araştırılırken dağılıp giden bir yalnızlık. Yazı kan yitimine uğruyor, onu yazanın tanımayacağı bir hale geliyor.” (s. 16)

“Odam bir yatak değil, ne burada ne Paris’te ne de Trouville’de. Belirli bir pencere, belirli bir masa, siyah mürekkep alışkanlıkları, bulunmaz siyah mürekkep işaretleri, belirli bir iskemle. Ve her zaman yararlanılabilir kılacağım belirli alışkanlıklar; nereye gidersem gideyim, nerede olursam olayım, hatta yazmadığım yerlerde bile, otel odaları örneğin, uykusuzluk çekersem ya da umutsuzluklara düşersem diye bavulumun içinde her zaman viski bulundurma alışkanlığı.” (s. 17)

“Bir deliğin içinde, o deliğin dibinde neredeyse tam bir yalnızlık içinde olmak ve sizi bundan yalnızca yazının kurtarabileceğini bulgulamak. Kafanızda hiçbir kitap konusu, kitap düşüncesi yoksa bu, önünüzde bir kitap var, yeni bir kitapla karşı karşıyasınız demektir. Sonsuz bir büyüklük, bomboş. Olası bir kitap. Hiçliğin karşısında. Canlı ve çıplak bir yazının karşısındaymışsınız gibi, korkunç, aşılması korkunç bir şey. Yazan kişinin kafasında kitap düşüncesi yoktur, sanırım, elleri boştur, kafasının içi boştur ve bu kitap macerası onun için yalnızca kuru ve çıplak yazıdır, geleceksiz, yankısız, uzak, altın kurallarıyla, temel kurallarıyla: yazım, anlam.” (s. 21-2)

“İnsanın yaşamında bir an gelir ve sanırım bu, yazgısal bir andır; kaçamazsınız, o anda her şeyden kuşkulanırsınız: evliliğinizden, dostlarınızdan, özellikle, çift olarak sahip olduğunuz dostlardan. Evladınızdan değil. Evlattan hiçbir zaman kuşku duyulmaz. Ve bu kuşku, kendi çevresinde büyümeye başlar. Bu kuşku, yalnızdır, yalnızlığın kuşkusudur bu. Ondan doğmuştur, yalnızlıktan. Bunun adını şimdiden koyabiliriz. Çoğu kimse bu söylediğime katlanamaz sanırım, hemen sıvışır oradan. İşte bundan dolayı herkes yazar değildir. Evet. Aradaki fark burada. Gerçek bu. Başka bir şey değil. Kuşku, yazmaktır. Dolayısıyla, yazardır da. Ve yazarla birlikte herkes yazar. Bu öteden beri bilinen bir şeydir.” (s. 23)

“İnandığım bir başka şey de, insanı yazmaya yönelten bu ilk kuşku deneyimi yoksa, yalnızlığın da olmadığıdır. Şimdiye kadar kimse iki sesli yazmamıştır. İki sesle şarkı söylenmiş, müzik yapılmıştır, tenis de oynanmıştır ama yazmak, hayır. Daha işin başında, politik olarak nitelendirilen kitaplar yazdım. Bunların ilki Abahn Sabana David, en çok değer verdiğim kitaplarımdan biri. Sanırım bir ayrıntı bu, yani bir kitabın yönlendirilmesinin az çok gündelik yaşam kadar zor oluşu. Zorluk, basitçe vardır. Bir kitabın yönlendirilmesi zordur, okura doğru, kendi okunma yönüne doğru. Yazmamış olsaydım sağaltılamaz bir alkol bağımlısı olurdum. Artık hiç yazamama durumu içinde yitip gitmek rahatlıktır… İnsan işte bu durumda içer. Yitip gittiğinizde, dolayısıyla da artık yazacak, yitirecek hiçbir şeyiniz kalmadığında oturup yazarsınız.” (s. 23-4)

“Yattığımda yüzümü saklıyordum. Kendimden korkuyordum. Bunun nedenini neden bilmediğimi bilmiyorum. İşte bu yüzden yatmadan önce içiyordum. Unutmak için, kendimi. Hemen kanınıza karışıyor, sonra da uyuyorsunuz. Alkol bağımlısının yalnızlığı bunaltıcı bir yalnızlık. Yürek, evet yürek. Birden çok hızlı atmaya başlıyor.” (s. 24-5)

“Yazı, yabanıl kılıyor insanı. Yaşam öncesi bir yabanıllığa ulaşıyorsunuz. Ve bu size her seferinde aşina geliyor; ormanların yabanıllığı bu, zaman kadar eski. Her şeyden korkmanın yabanıllığı, farklı ve yaşamın özünden koparılamaz bir yabanıllık. Bütün varlığınızla sarılıyorsunuz. Beden gücü olmadan yazılamaz. Yazının başına oturabilmek için, kendinizden daha güçlü olmanız gerekir, yazdığınız şeyden daha güçlü olmanız gerekir.” (s. 25)

“Evde bir sürü insan olduğunda ben aynı zamanda hem daha az yalnız hem en çok ihmal edilen kişi oluyordum. Bu yalnızlığı anlayabilmek için akşamı atlayıp geceye gelmek gerekir. Duras’ı gece olduğunda, dört yüz metrekarelik bir evde yalnız başına uyurken düşlemek gerekir.” (s. 27)

“Açık bir kitap, gecedir de.

Nedendir bilmem, söylediğim bu söz beni ağlatıyor.” (s. 29)

“Yaşamımın büyük okumaları, bana ait, yalnızca benim olan okumalar, erkek yazarlar tarafından yazılan metinler oldu. Michelet. Michelet ve yine Michelet, insanın gözünden yaşlar gelinceye kadar. Politik metinler de ama daha az. Saint-Just, Stendhal ve garip ama Balzac değil. Metinlerin menti, Eski Ahit’tir.” (s. 35-6)

“Yazdığım yazılarda insanlara hakaret ettim ve bunu yapmak inanın, güzel bir şiir yazmak kadar doyurucu.” (s. 37)

“Ben herkese benzerim. Şimdiye kadar, sokakta kimsenin arkasını dönüp de bana baktığını sanmıyorum. Ben sıradanlığın ta kendisiyim. Sıradanlığın zaferi.” (s. 37)

“Böyle yaşayınca, yani benim yaptığım gibi, size anlattığım gibi yaşayınca, o yalnızlık içinde insan uzun vadede bazı tehlikelerle karşı karşıya kalıyor. Bu kaçınılmaz. İnsan denen yaratık yalnız kalır kalmaz mantıksızlığa doğru inişe geçiyor. Bunun böyle olduğuna inanıyorum: Kendini yalnızca kendine teslim eden insanın deliliğe adım attığını düşünüyorum çünkü o durumda önünde, kendini kişisel bir sayıklamaya, coşkuya kaptırmasını engelleyecek hiçbir şey kalmıyor.” (s. 37)

Sineğin ölümü üzerine – (s. 40)

“Yalnızlığa her zaman delilik eşlik eder. Bunu biliyorum. Deliliği görmezsiniz. Kimi zaman onun varlığını önceden sezinlersiniz ancak. Bunun başka türlü olabileceğini sanmıyorum. İnsan, içinde ne var ne yok ortaya dökmüşse, bir kitabı dolduracak kadar şeyi yani; kimseyle paylaşılamayacak belirli bir yalnızlık içinde demektir. İnsanları, sizinle bir şey paylaşmaya zorlayamazsınız. Yazdığınız kitabı oturup tek başınıza okumanız, kendinizi o kitaba hapsetmeniz gerekir. Bunun dinsel bir yanı vardır tabii ama siz bunu sıcağı sıcağına duyumsamazsınız, sonradan anlayabilirsiniz ancak (şu anda benim yaptığım gibi) ve bunu bir şeylerle bağlantılı olarak yaparsınız, örneğin yaşamla, ya da kitabın, sözün yaşamıyla, dünyanın tüm halklarının çığlıklarıyla, sessiz haykırışlarıyla bağlantılı olarak yaparsınız.” (s. 43-4)

“İnsan içinde bir yabancıyı barındırır: Yazmak, işte o yabancıya ulaşmaktır. Budur ya da hiçbir şey değildir.” (s. 50)

Marguerite Duras, Yazmak, çev. Aykut Derman, Can Yayınları, 2021 [1993], 3. basım.

Exit mobile version