Lyotard’ın meşhur Postmodern Durum raporunun ilk, giriş parçası. Baudrillard ve Lyotard’ın 1970’lerde, 1980’lerde bilgi, iletişim ve minitel (pre-internet) üzerine konuşurken söyledikleri bana sıklıkla isabetli kehanetler gibi geliyor. Bu bölümdeki IBM bahsi, “veri” sahipliğini sorunlaştırma fikri, küreselleşmenin diline pelesenk olan ulus devlet güçsüzleşmesi iddiaları (hâlâ kimi zaman haksız, kimi zaman haksız çıkıyor, son yıllarda haksız tarafta) ve son olarak “ödeme bilgisi” ile “yatırım bilgisi” arasında yaptığı ayrım bugünün önceden tetkiki olarak heyecan verici.
”
Bizim çalışma hipotezimiz, toplumlar postendüstriyel, kültürler de postmodern olarak bilinen çağa girdikçe bilginin konumunun değiştiğidir. (1) Bu geçiş, Avrupa için yeniden-inşanın tamamlanımını işaret eden 1950’lerin sonundan beri yürürlüktedir. Hızı, daha çabuk ya da yavaş ülkelere bağlı olup, bu ülkeler içerisinde etkinlik sektörüne göre değişmektedir. Genel durum, özetleyici bir bakış açısını güçleştiren geçici bir kopuş durumudur. (2) Betimlemenin bir parçası zorunlu olarak tahmini olacaktır. Ne olursa olsun, fütürolojiye çok büyük bir inanç beslemenin akıllıca olmadığını biliyoruz. (3)
Kaçınılmaz olarak eksik kalacak bir resmi boyamaktan çok, çalışmamızın nesnesini dolaysız olarak tanımlayan basit bir özelliği ayrılık noktam olarak alacağım. Bilimsel bilgi bir söylem türüdür. Ayrıca son kırk yıl içinde “önde gelen” bilimler ve teknolojiler dille ilgilenmek durumunda kalmışlardır: fonoloji ve lingüistik teorileri, (4) iletişim ve sibernetik problemleri, (5) modern cebir ve bildirişim (informatics) teorileri, (6) bilgisayarlar ve onların dilleri, (7) tercüme sorunları ve bilgisayar dilleri arasındaki yarışma alanlarının araştırılması, (8) enformasyon, birikim ver veri bankalarına ilişkin sorunlar, (9) telematik ve zeka terminallerinin kusursuzlaştırılması, (10) ve paradoksoloji. (11) Olgular kendileri için konuşmaktadır ve bu liste de tüketici değildir.
Bu teknolojik dönüşümlerin bilgi üzerinde hatırı sayılır bir etkiye sahip olması beklenebilir: Bunun iki esas işlevi-araştırma ve kazanılmış öğrenmenin aktarımı-zaten etkiyi hissediyor ya da gelecekte hissedecektir. İlk işleve bağlı olarak, genetik sokaktaki adam için algılanabilir bir örnek sunmaktadır. Genetik, teorik paradigmasını sibernetiğe borçludur. Bir çok diğer örnek zikredilebilir. İkinci işlev içinse, makinelerin küçültülmesi ve ticarileştirilmesinin, zaten öğrenmenin kazanıldığı, sınıflandırıldığı, tüketime sunulduğu ve sömürüldüğü yolları değiştirecek ortak bir bilgi haline gelmesi örneği verilebilir. (12) Enformasyon-sağlayıcı makinelerin verimli kılınmasının insan dolaşımı (taşıma sistemleri) ve sonra da ses ve görsel imgelerin (medya) dolaşımında olduğu kadar öğrenim dolaşımı konusunda da bir etkiye sahip olduğunu ve olmayı sürdüreceğini varsaymak akla uygundur. (13)
Bilginin tabiatı bu genel dönüşümler bağlamında değişmeksizin kalamaz. Eğer öğrenme sadece enformasyon niceliklerine dönüştürüldüyse, yeni kanallara uyup, işlersel olabilir. (14) Bu kurulmuş bilgi bütününde bu yolda tercüme edilemeyecek herhangi bir şeyin ortadan kaldırılacağını ve yeni araştırma yönünün, bilgisayar diline tercüme edilebilir olgusal sonuçlarının mümkünlüğü tarafından belirleneceğini öndeyileyebiliriz. Şimdi bilginin “üreticileri” ve kullanıcıları, öğrenmeyi ya da bulmayı istedikleri ne olursa olsun, bu dillere tercüme araçlarına sahip olmalıdırlar ve olmak zorunda kalacaklardır da. Tercüme makineleri üzerindeki araştırma zaten ilerlemiş durumdadır. (15) Bilgisayarların hegemonyasının yanısıra belirli bir mantık ve dolayısıyla hangi önermelerin “bilgi” önermeleri olarak kabul edileceğini belirleyen bir öngörücü hükümler kümesi gelmektedir.
Böylece “bilgi kullanıcı” (knower) ya ilişkin olarak-bilgi sürecinin hangi noktasını işgal ediyorsa etsin, bilginin bütünüyle bir dışsallaştırılması olayıyla karşılaşabiliriz. Bilginin kazanımının zihinlerin ve hatta bireylerin yetiştirilmesi (Bildung) sürecinden ayrılamıyacağı [sic] hakkında eski ilkenin modası geçmektedir ve bundan sonra daha da geçecektir. Bilgi kullanıcıları ve arzedicilerinin arzettikleri ve kullandıkları bilgiyle olan ilişkileri, mal üretici ve tüketicilerinin, ürettikleri ve tükettikleri mallara olan ilişkisinin gerçekleştiği bir (ekonomik) değer formunda gerçekleşmektedir. Bilgi satılmak üzere üretiliyor ve satılmak üzere üretilecek, yeni bir üretimde kıymetlendirilmek üzere tüketiliyor, tüketilecek. Her iki durumda da amaç mübadeledir. Bilgi kendinde bir amaç olmaktan uzaklaşmakta, “kullanım-değerini” kaybetmektedir. (16)
Bilginin son bir kaç on yıl içerisinde üretimin esas gücü olduğu geniş bir şekilde kabul edilmektedir. (17) Bu durum zaten yüksek derecede gelişmiş ülkelerdeki işgücü kompozisyonu üzerinde kaydedilebilir bir etkiye sahiptir (18) ve gelişen ülkeler için temel bir inkıtayı oluşturmaktadır. Postendüstriyel ve postmodern çağda bilim, millî-devletlerin üretici kapasite alanındaki önceliğini koruyacak ve şüphesiz güçlendirecektir. Gerçekte bu durum gelişmiş ve gelişen ülkeler arasında boşluğun gelecekte eskisinden daha geniş olarak büyüyeceği sonucuna götüren sebeplerden birisidir. (19)
Ancak sorunun bu boyutu kendisi için tamamlayıcı olan diğer boyutunu gölgelememelidir. Enformasyon malı formundaki bilgi, üretici güçlerden ayrılamaz bir biçimde güç için dünyanın her tarafındaki rekabetin zaten esas bir parçasıdır ve belki de esas parçası olmaya devam edecektir. Millî-devletlerin bir gün geçmişte toprak denetimi yüzünden verdikleri kavga gibi enformasyon denetimi ve daha sonra ham maddeler ve ucuz emeğin ele geçirilmesi ve sömürülmesi için savaşacakları inandırıcı gözükmektedir. Yeni bir alan bir taraftan endüstriyel ve ticari stratejiler diğer taraftan ise askeri stratejiler için açılmış bulunmaktadır. (20)
Ancak yukarıda özetlediğim perspektif benim gösterdiğim kadar basit değildir. Çünkü bilginin merkantilizasyonu, öğrenimin üretim ve dağıtımına ilişkin olarak hoşlanılan ve hoşlanılacak önceliği etkilemek durumundadır. Öğrenimin toplumun zihni ya da beyni olarak Devlet’in denetimine bırakıldığı düşüncesi karşıt bir ilkenin çoğalan gücüyle birlikte çok ama çok modası geçmiş olacaktır. Bu karşıt ilkeye göre toplum yalnızca içerisindeki dolaşan mesajların enformasyon olarak zengin ve kodlaması kolay olduğunda varolacak ve ilerleyecektir. Bilginin ticarileştirilmesiyle el ele giden iletişimsel “geçicilik” ideolojisi Devleti bir “gürültü” ve bir donukluk faktörü olarak algılamaya başlıyacaktır [sic]. Bu bakış açısından ekonomi ve Devlet arasındaki ilişki sorunu yeni bir aciliyetin ortaya çıkmasını tehdit etmektedir.
Zaten son bir kaç on yıl içerisinde ekonomik güçler, çokuluslu şirketler tarafından işleyen sermaye dolaşımının yeni biçimleri aracılığıyla Devletin konumunu tehlikeye sokma noktasına ulaşmışlardır. Bu yeni dolaşım biçimleri yatırım kararlarının hiç olmazsa kısmen millî-devletlerin denetiminin dışına çıktığını imâ etmektedir. (21) Bu tehdit edici sorun telematik ve bilgisayar teknolojisinin gelişimiyle birlikte eskisinden daha çok ortaya çıkmaktadır. Sözgelimi IBM gibi bir firmanın yeryüzünün makrek alanında bir kuşak işgal etmek ve iletişim uyduları ya da veri bankası uyduları fırlatmak üzere yetkili kılındığını farzedin. Kim bunların gücüne sahip olabilecektir? Hangi kanal ya da verinin yasak olup olmadığını kim belirleyecek? Devlet mi? Veya devlet sadece diğerlerinin arasında bir kullanıcı mı olacak? Yeni yasal sorunlar ve bunlarla birlikte “kim bilecek” meselesi ortaya çıkacak.
Bilginin tabiatındaki dönüşüm o zaman, varolan kamusal güçler üzerinde fiilen ve hukuken geniş şirketler ve çok genel olarak sivil toplumla olan ilişkilerini gözden geçirmeye zorlayarak tepkilere yol açabilir. Dünya pazarının yeniden açılması, daha tutarlı bir ekonomik rekabete geri dönüş, Amerikan kapitalizminin hegemonyasının kırılışı, sosyalist alternatifin çöküşü, muhtemel bir Çin pazarının açılışı -bunlar ve bir çok diğer etmen 1970’lerin sonlarında Devletleri 1930’lardan bu yana oynamaya alıştıkları yatırımlara kılavuzluk etme ve yönlendirme rolü konusunda ciddi bir değerlendirmeye hazırlamaktadır. (22) Bu bakımdan, yeni teknolojiler sadece böyle bir yeniden gözden geçirmenin acilliğini çoğaltabilirler, çünkü bunlar karar vermede (dolayısıyla denetim araçlarında) kullanılan enformasyonu eskisinden daha hareketli ve çalınmamaya elverişli yapmaktadır.
“Eğitimsel” değeri veya siyasal (idari, diplomatik, askeri) öneminin yerine parayla benzer dolaşım çizgilerine sahip öğrenimi görselleştirmek zor değildir. Kalıcı ayırım bilgi ve cehalet arasında olmayacaktır artık, ancak tıpkı para konusunda olduğu gibi, “ödeme bilgisi” ve “yatırım bilgisi” arasında, bir başka deyişle, bir projenin işlerliğini sağlamaya adanan bilgi fonlarına karşı gündelik hayatın sürdürülmesi çerçevesinde mübadele edilen bilgi birimleri (işgücünün yeniden inşası, “varkalmak”) arasında olacaktır.
Eğer olay buysa, iletişimsel geçicilik liberalizme benzer olacaktır. Liberalizm içerisinde bazı kanalların, diğerleri sadece borçları ödeme eşyası olarak kalırken kullandığı para akışı örgütlenmesine mani olmaz. Benzeri şekilde, diğerleri her şahsın toplumsal bağa sürekli borcunu yeniden ödemek üzere kullanılırken, bazılarının “karar vericiler” için ayrıldığı, özdeş tabiatın özdeş kanalları boyunca hareket eden bilgi akışları da tahayyül edilebilir.
”
Jean-François Lyotard, Postmodern Durum, çev. Ahmet Çiğdem, Ara Yayınları, 1990 [1979], s. 10-3.